26 Mar 2011

Değerlerle yaşamak ve değerleriyle yaşamak arasındaki fark




Ahmet İnam değerlerle yaşamak ve değerleriyle yaşamak arasındaki farka işaret ederek bu konunun temelinde yatan süreçlere teşhisini koyuyor.Ben bu ifadenin özetini "can" ve "yüz" ayrımında buluyorum:Değerleri özümsemiş,iç dünyasının bir parçası yapmış "can" bir insan ile "elalem ne der" kaygısıyla değerleri yaşarmış gibi gösteren "yüz" bir insan arasındaki fark.

"Maalesef değerleri yaşayamıyoruz,birbirimizi hep araç olarak görüyoruz,herkesi manipüle edilecek,elimizin altında tutulacak araçlar olarak görüyoruz.İyiliği,bana iyi desinler diye yapıyorsam,başkalarının yanında dilenciye para veriyorsam,herkese mütebessim,anlayışlı görünüyorsam,ama amacım başka bir şey ise,'Benim hakkımda' ne kadar iyi bir insan ' desinler de şu makamı elde edeyim,' ise gene aynı durum var. Ve bunun sonucunda, benim kendi yaşamım da başka bir şeyin aracı oluyor.Ama ömrümün sonuna doğru farkına varıyorum ki kendimi adadığım o amaç;yani mevki,güç,mal mülk ya da her ne ise elde etmek istediğim,gerçek anlamını ancak benim yaşamımdan alabilir. Ve benim yaşamım anlamdan yoksun bir boşluktan başka bir şey olmayınca araç ile amacın birbirine karıştığı karmakarışık bir kafa içinde bu dünyadan çekip gidiyorum.

Yaşlandıkça içindeki öfkesi artan,asık suratlı,gittikçe menburlaşan insanların aslında sorunu budur.

Kaynak: İnsan İnsana Sohbetler -1 - Doğan Cüceloğlu - Sayfa 89.    

Mutsuzluk,ahlaksızlıktır!(Ezber bozucu,sarsıcı,düşündürmenin ötesine geçen bir sohbet izlemenizi tavsiye ederim.)

http://www.dailymotion.com/video/xd2cxj_doyan-cuceloylu-yle-ynsan-ynsana-se_shortfilms


24 Mar 2011

Mükemmelliği sağlayan aileler ve öğretmenler nasıl olur?

1970’li yıllarda California Los Angeles Üniversitesi (UCLA) profesörlerinden Ron Gallimore ve Roland Tharp, insanları mükemmelliğe ulaştıran öğretmenleri anlamak için bir araştırma başlatıyor.

Bu amaç için UCLA’nın 88 defa üst üste maç kazanan ve 9 defa üst üste şampiyon olanbasketbol takımının koçu John Wooden’u incelemeye karar veriyor.

İki araştırmacı Wooden’u bir yıl boyunca takip ediyor. Her idmanı izliyor ve kayıt ediyor.Oyuncular ve Wooden ile saatler süren röportajlar yapıyor.

Ortaya inanılmaz büyüklükte bir veri çıkıyor. Veriler tek tek analiz ediliyor.

Veri Analizi

Wooden tam 2326 tane öğretmenlikle ilgili davranışta bulunmuş. Bu davranışları 3kategoriye ayırıyorlar: övgü davranışları, eleştiri davranışları ve bilgilendirici geri bildirimdavranışları.

Sizce bu davranışların yüzdeleri nedir?

Eğitimcilere sordum, tahminleri  %80 övgü olduğu yönünde.

Ama gerçek hiç de öyle değil.

Övgü davranışları sadece % 6.9.

Eleştiri davranışları % 6.6.

Bilgilendirici geri bildirimlerin oranı ise %86.5.

Davranış farklılıkları

Daha önceki bir yazımda da bahsettiğim gibi övgü davranışları özbilgiyi artırmadığı için çok etkili değil.

Eleştiri davranışları da kişinin ‘ben yapabilirim’ duygusunu öldürüyor.

Ama özbilgiyi artıran bilgilendirici geri bildirimler hem kişiyi mükemmelliğe ulaştırıyor hemde uzmanlaşan kişinin özgüveni gelişiyor.

Amaç

Bilgilendirici geri bildirimlerin amacı neyi nasıl yapacağını göstermek.

Wooden çok az konuşuyor. Her oyuncuya tam olarak neyi yanlış yaptığını gösteren geribildirim veriyor, doğrusunu gösteriyor ve oyuncuya saatlerce pratik yaptırıyor.

Wooden yanlışı söylerken yuvarlak ifadeler kullanmıyor. Tam olarak neyin yanlış olduğunu çok iyi şekilde aktarıyor. Örneğin, şut atışın yanlış demiyor. Bileğinin ve bedenin şu pozisyonundan dolayı yanlış diyor.

Okul ve aile ortamı

Okul ve aile ortamlarında öğretmenleri ve aileleri gözlemlediğim zaman çok azbilgilendirici geri bildirim görüyorum. Böyle bir kültürümüz yok.

Aileler çoçuklarını övüyorlar; ama çocuğun neyi, niçin doğru yaptığını söylemiyorlar.

Ya da istenmedik davranışlarda ‘Ayıp, yapma!’ ya da ‘Sakın bir daha bunu yapma’ diyorlar; ama neyin neden yanlış olduğunu söylemiyorlar.

Bir kompozisyondan iyi not alan çocuk aynı notu ikinci kompozisyonda alamıyor çünkübirincide neden yüksek not aldığını bilmiyor.

Kötü not alan çocuk sürekli kötü not alıyor; çünkü nerede yanlış yaptığını ve nasıldüzelteceğini bilmiyor.

Aile ve okul ortamında özbilgiyi artıran bilgilendirici geri bildirim kültürü yaratmadıkçaçocuklarımızdan mükemmellik bekleyemeyiz.

Özgür Bolat
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/17356437.asp?yazarid=313&gid=61

23 Mar 2011

İlginç teoriler

WOLLOUGHBY YASASI

Birine bir makinenin çalismadigini kanitlamaya
...çalisirsaniz, makine o anda çalisacaktir.

ANDREW YOUNG YASASI
Eger 100 isadami yasal olmayan bir is yapmaya karar
verirlerse, o is yasal olur.

AXWELL'IN ÇIKARDIGI SONUÇ
Eger havayi soluyabiliyor ama suyu içemiyorsaniz geri
kalmis bir ülkedesiniz...dir. Oysa, suyu içebiliyor
ama havayi soluyamiyorsaniz kalkinmis bir ülkedesinizdir

LOFTA'NIN GÖZYASLARI
Hiç kimse sizi kendinizi iyi hissettiginiz zaman
terketmez.

FANT YASASI
Bir eliniz dolu iken diger elinizle kilitli bir kapiyi
açmak zorunda kaldiginizda, anahtar kesinlikle
elinizin dolu oldugu taraftaki cebinizdedir.

MONLY'NIN KURALI
Mantik, yanlis sonuca özgüveninizi yitirmeden
sistematik bir biçimde ulasma yöntemidir.

GOODWIN'DEN HATIRLATMA
Gözle görülen elestirilmeye mahkumdur.

FULTON'UN YERÇEKIMI YASASI
Düsen bir nesneyi sakin tutmaya çalismayin. Birakin
düssün, daha az zarar görecektir.

CAIMPELL YASASI
Ne kadar az is yaparsaniz, isleriniz o kadar yolunda
gider.

KOVACI'IN YASASI
Telefonda yanlis numara çevirdiginizde, asla mesgul
çalmaz.

ANONIM BIR YASA
Beklenmedik bir yerden gelen para, beklenmedik bir
harcamaya gider.

MURPHY'NIN ONARIM KONUSUNDAKI YASASI
Ufak bir arizayi gidermeye çalisirken, daha önemli bir
arizaya neden olursunuz.

ÖNEMLI INSANLAR KURALI
Büyük hayranlik ve saygi duydugunuz insanlarin derin
düsüncelere daldigini gördügünüzde, olasilikla
ögle yemeginde ne yiyeceklerini düsünüyorlardir.

YASENEK'IN GÖZLEMI
Öpüsen insanlar birbirlerine o kadar yaklasirlar ki,
birbirlerinin hatalarini göremezler.

ARLEN YASASI
Bir yerden ayrilirken, insanlarin size ne kadar iyi
davrandiklarini görmek çok ilginçtir.



Pekmezi herkesten farklı yap sinek Bağdat'tan gelir! (Ezber bozan bir yazı.Vizyon verici bir katma değer fikri.)

KALİTE, YENİLİK VE İNTERNET
2008 yılı ilk 500 listesinde yer alan şirketlerin yarısı, 11 Eylül 2001’den sonraki birkaç ay içinde kurulmuşlar ve tek kuruşluk tanıtım-pazarlama yapmamışlar. Hadi buyurun... İşin sırrı şu: Sen pekmezi herkesten farklı yap, sinek Bağdat’tan gelir. Bir de elbette ki internet nimetini iyi kullanmak gerekir. 

PEYNİR EKMEK GİBİ SATIYORLAR
Artık insanlar birbirleriyle paylaşmak isteyecekleri hikâyeler içeren ürünler görmek istiyorlar. Peki, bunu nasıl yapacaksınız? Metin yazarlarının çakma hikâyeleriyle mi? Kim yer? Geçti Bor’un pazarı, sür eşeği Niğde’ye... Simit Sarayı, Zara, Google, Facebook, iPad ve benzerlerinin ilanını nerede gördünüz?

Ben sizlere bu sayfada “markalaşma” yolu ile işlerinizi düzeltemeyeceğinizi, sakın ola kendinizi bilir bilmez herkesin konuştuğu markalaşma safsatasına kaptırmamanız gerektiğini, eğer bunu yaparsanız batacağınızı söyleyip duruyorum. Bugün bu konuyu yeniden ele alıp, şirket başarısı için neler yapmanız, ama daha da önemlisi pazarlama konusuna çok daha farklı ve çok daha yeni bir bakış açısıyla nasıl bakmanız gerektiğini anlatmak istiyorum.

MARKA TARİH OLACAK! 
Marka uzun yıllar pazarlamanın çok önemli bir kavramı olarak kaldı. Ama bugün piyasaların gelmiş olduğu durum artık öyle ki önümüzdeki yıllarda muhtemelen marka kavramı ya tamamen yok olacak, ya da o kavramın yerine çok daha içerikli, farklı bir kavram gelecek. Ama ne var ki bugün bir reklamcıyı dinleyecek olursanız, size markanın neden önemli olduğu konusunda şunları anlatacaktır. Efendim, bir ürün sadece fiziki bir ürün olmanın ötesinde de değer taşır. Bir fincan kahve, bir fincan kahve değildir. Kahveyi kahvehanede içersen fiyatı başka, kafede başka, Starbucks’da başkadır. Bir araba, fiziki bir ürün olmanın ötesinde müşteri için bir değer taşır. İşte marka bu aradaki fiyat farkını yaratan şeydir.
MERCEDES SADECE ZENGİNLİK Mİ DEMEK?
Mercedes oldum olası kaliteli, sıra dışı malzemeler kullanan ve innovasyon yapan bir marka olagelmiştir. Hep bir hikâyesi vardır.

Bu hikâye bazen doğru olmakla birlikte artık büyük ölçüde palavra haline gelmiştir. Evet, Mercedes marka otomobil sadece fiziki bir araç değildir. Benzer özellikli araçlara kıyasla çok daha yüksek fiyata satılmaktadır. Aradaki fark, yüzyıl boyunca yaratılıp beslenmiş olan markaya bağlıdır ve bu marka müşteri açısından ekstra para ödemek için gerçekten de ekstra bir değer önerisi taşır. Neden mi? Bakın Mercedes’in önündeki yıldız var ya, o çok değerli bir şeydir. Zengin biriysen ve etrafa kalantor olduğunu göstermek istiyorsan ne yaparsın? Ya cüzdanının içini tomarla para ile doldurup iki elinle açarak çarşıda göstere göstere yürürsün. Ama bu hem ayıp hem de tehlikeli bir hareket olur. Ya da onun yerine önünde yıldızı olan bir Mercedes’e bindin mi, fakir zengin belli olur. Hatta öyle ki Anadolu’da müteahhitler mutlaka Mercedes almak isterler çünkü malzemecinin dükkânının önüne park ettiniz mi birden bire veresiye şansınız artar.

HİKÂYE UYDURULMAZ, YAZILIR!
Ama dikkat edin, bu algı kesinlikle reklamla sağlanmamıştır. Mercedes oldum olası kaliteli, sıra dışı malzemeler kullanan ve innovasyon yapan bir marka olagelmiştir. Hep bir hikâyesi vardır. Şimdi de bir başka araba firmasının hangi modeli olduğunu kesinlikle hatırlamadığım ama son günlerde TV’lerde sıkça dönen şu reklamını gözünüzün önüne getirin. Adam gece yeni aldığı arabasını keyifle sürerek geliyor, eve giriyor ve o anda karısı “kim o kadın?” diyerek sehpa üzerinde duran vazoyu adamın kafasına vurmaya yelteniyor. Ne oldu şimdi? Siz bu reklam sayesinde söz konusu arabanın ekstra bir değeri olduğuna inanır mısınız? Bu araba için ekstra para verir misiniz? Mercedes’in anlatacak bir hikâyesi var, bunun var mı?
İşte durum bu. Eskiden ürünlerin kendilerinin anlatacak bir hikâyesi vardı, reklamcıların yaptığıysa bunu geniş kitlelere duyurmaktı. Şimdi durum değişti. Hiçbir hikâyesi ve rekabetten farklılığı olmayan ürünleri reklamcılara veriyorlar, al buna bir hikâye oluştur diyorlar, sonunda yukarıda anlattığım oluyor. Hikâyeden hikâyeler...


Markalaşmanın KISA tarihçesi

Markalaşma döneminin neden artık sonlarına yaklaştığımızı iyi anlayabilmeniz için bu kavramın dünden bugüne çok kısa bir tarihini anlatayım...

Markalaşma dediğimiz kavram esasen Sanayi Devrimiyle birlikte ortaya çıktı. Daha doğrusu, ilk seri üretim arabayı yapan Henry Ford’un başlattığı ve tüm 20’nci yüzyıl boyunca süren “seri üretim” döneminde ortaya çıktı. O dönemlerde kurulmuş olan şirketler genelde, kendi hikâyesi olan innovatif ürünlerle piyasaya çıkıyorlardı. Seri üretim demek aynı üründen çok fazla adette üretmek olduğundan, bu ürünlerin geniş kitlelere duyurulması şarttı. Ama o zamanlar kulaktan kulağa veya ağızdan ağza pazarlama yapmaya, yani bir ürünle ilgili hikâyeyi başkalarıyla paylaşmaya uygun iletişim mecraları yoktu. İşte reklamcılar bu ihtiyacı karşılamak için ortaya çıkmaya başladılar: Ürünün zaten var olan hikâyesini kitlelere anlatmak.

REKLAM SATTIRIYORDU
Ancak o dönemin üretim teknikleri ürünleri sürekli yenilemeye imkân vermiyordu. Tabii bu esnada birer birer rakipler türüyor, ürünün benzerini üretmeye başlıyorlardı. Bu noktada da marka önemli bir rol oynadı. Bu kargaşa arasında kimin güvenli olduğunun mesajını iletme görevi görüyordu. Ama yıllar içinde kendilerini yenileme becerisi gösteremeyen şirketler (ki şirketlerin neredeyse tümü) haliyle içinde hikâyesi olan ürünler de üretemiyordu. Üstelik toplam kalite devrimi sayesinde tüm rakiplerin mal ve hizmetleri de benzer hale gelince o zaman reklamcılara gün doğdu. İnnovatif, yani kendi içinde anlatmaya değer bir hikâyesi olmayan şirketler, ürünlerine hikâye katmak için reklam ajanslarının kapılarını çalmaya başladılar. 

REKABET 2000’DE COŞTU
Reklamcılara gün doğmuştu ama hikâyesi olmayan bir ürüne nasıl hikâye katılabilirdi? Yalanla mı? Bu kez reklam vereni ikna etmek için bir sürü anlaşılmaz marka terimleri üretildi, duygular muygular abuk sabuk bir sürü kelam ortada dolaşmaya başladı. Ayrıca bir de mecra sayısı artmış, geniş kitlelere ulaşmak neredeyse imkânsız hale gelmişti. Bugün ABD’nin en popüler TV istasyonunun en popüler prime-time şovu, toplam izleyici kitlesinin ancak yüzde 2’sine ulaşabiliyor. 2000’li yıllardan sonra bambaşka gelişmelere de şahit olduk ki bunlar da markanın önemini düşürüyor, reklamın son günlerine işaret ediyordu.

İNTERNETİN ETKİSİ! 
New York’ta yayınlanan ünlü iş dergisi Inc., her yıl ülkede en hızlı büyüyen 500 firmayı yayınlıyor. 2008 yılı 500 listesinde yer alan şirketlerin yarısı, 11 Eylül 2001’den sonraki birkaç ay içinde kurulmuşlar ve tek kuruşluk reklam yapmamışlar. Hadi buyurun... Hani en etkili reklam kriz döneminde yapılan reklamdı? İşin sırrı şu: Sen pekmezi herkesten farklı yap, sinek Bağdat’tan gelir. Bir de elbette 2000’li yıllarda şöyle farklı bir gelişme oldu. Bloglar, web, sosyal ağlar gibi eskiden hiç tanımadığımız iletişim kanalları ortaya çıkmaya başladı ki şirketlerin de, onların reklamcılarının da işleri bir hayli zorlaştı. Artık insanlar birbirleriyle paylaşmak isteyecekleri hikâyeler içeren ürünler görmek istiyorlar. Peki, bunu nasıl yapacaksınız? Reklam ajansınız tarafından üretilen çakma hikâyelerle mi? Kim yer? Geçti Bor’un pazarı, sür eşeği Niğde’ye. Artık reklam ve marka yoluyla pazarlama çağının son günlerini yaşıyoruz. Ona göre vaziyet almanızın zamanı geldi. Sadece sizin değil, reklam ajanslarının da.



Yenilenirseniz, pazarlamaya gerek kalmaz
Bugün artık rahatlıkla söyleyebiliriz ki eski pazarlama ve reklam dönemi son günlerini yaşıyor. O yüzden şirketlerin bir yeni marka inşa etmek için innovatif ürünler ve iş modelleri geliştirmeleri gerektiği gerçeğine bir an önce uyanmaları lazım. Eğer bunu yapabilirseniz markalaşmak ve pazarlama için uğraşmanıza gerek kalmaz. Eski ve artık işlemeyen reklam ve pazarlama modellerini unutun, pazarlamayı kendi içinde taşıyan yenilikçi ürünler ve yenilikçi iş modelleri geliştirin. Simit Sarayı markası reklam ve pazarlamayla mı bu kadar güçlendi? Nasıl oldu da Koton tek bir kuruş pazarlama ve marka yatırımı yapmadan ülkenin en başarılı markalarından oldu? Zara hayatında hiç reklam ve pazarlamayla uğraşmadı. Google hiç reklam yapmadı. Facebook’un ilanını nerede gördünüz? iPad’ın reklama mı ihtiyacı vardı? Ya iPhone’un? Veya sizlere bu sayfada öykülerini anlattığım onlarca iş modeli yaratıcısı şirketin?
Artık bambaşka ve çok güçlü müşteri kitleleriyle karşı karşıyasınız. Çok farklı talepleri ve ihtiyaçları olan, iletişim ağları çok güçlü müşterilerle. Eskinin üret-sat, satışa da reklam ve pazarlamayla gaz ver dönemi sona erdi. Ürününüz veya iş modeliniz bu yeni tüketiciye, özgün hikâyeler anlatmalı. Anlatmalı ki onlar da bunu çevreleriyle paylaşmaya değer bulmalı. Kocasının kafasına dev gibi vazo vurmaya kalkan kadın ne hikâye anlatıyor ki insanlar bunu dostlarıyla paylaşsın. Bundan böyle şirketlerin üretim, tasarım ve pazarlama birimleri birlikte çalışmak zorunda. Ürün ve iş modeli de karşılanmamış ihtiyaçları karşılamak zorunda. Bakın o zaman ne reklama ihtiyaç kalır, ne de pazarlamaya.

MANTI HEP KIYMALI MI KALACAK
Bizim mahallede ünlü bir mantıcı var. Menüsünde olanlar şunlar: Kıymalı mantı, peynirli ve bir de kıymalı çiğ börek... Şimdi yapsın istediği kadar pazarlama, dağıtsın buzdolabı mıknatısları, bakalım azalan müşteriler artacak mı? Yahu bu mantı ve çiğ börek memlekette kaç yıldır yenir? Siz diyin 75, ben diyeyim 150 yıl. İnsan düşünüyor, bu kadar zaman geçti de neden bir Allah’ın mantıcısı bunlara yeni çeşitler eklemeyi düşünmedi? Mesela kaşarlı mantı, küflü peynirli, İzmir tulumlu, köz patlıcanlı, karidesli? Ya da sebzeli çiğ börek, patlıcan ezmeli, deniz mahsulü vs. Bunları bir de cillop gibi lezzetli yapsın. İşte şimdi sizin mantıcınız ürün innovasyonu yapıyor. Artık bu ürünler tüketiciye çok farklı bir hikâye anlatır hale geliyor. Eğer sizin bulunduğunuz bölgedeki müşteriler bu tür yeni yemeklere açık insanlarsa (ki bu çok önemli bir husus) kimse merak etmesin, o mantıcı dükkânı dolar. Yoksa istediği kadar apartmanlara broşür dağıtsın, hiçbir işe yaramaz.


Kıssadan Hisse
Üründen ayrı bir süreç olarak tasarlanan ve uygulanan eski reklam ve pazarlama dönemi son günlerini yaşıyor. Bir an önce uyanın. Yapmanız gereken şey, pazarlamayı içinde barındıran ve müşteri için önemli bir değer ifade eden innovatif ürün ve iş modelleri tasarlamak. Bunu yaptığınız zaman pazarlama ve markalaşma diye etkinliklere hiç ihtiyacınız kalmaz. Kaldı ki bugün artık geleneksel pazarlamayla piyasa payınızı bir veya iki puan arttırabilirsiniz. Ama bakın iTunes ve iPod müzik perakende piyasasının yüzde 75’ini ellerinde tutuyor.


Prof. Dr. Arman KIRIM 
ak@tg.com.tr
23 Mart 2011 Çarşamba

20 Mar 2011

Yankı Yazgan - Akıl kaçanı kovalar.Fabrika ayarlarımız...




You can watch it here:
http://vimeo.com/channels/tedxreset#2013...

Yankı Yazgan - TEDxReset Talk 2011

Yankı Yazgan - TEDxReset Talk 2011
http://vimeo.com/channels/tedxreset#...

Forward this email to your friends and family so that they can see it, too.

Don't want these alerts anymore?
http://vimeo.com/settings/notifications

LOVE,
vimeo




--
Levent Kafadar
http://corbanintuzu.blogspot.com

Bırak
hayatına eşlik etmek isteyenler gelsin seninle...Herkesin gideceği
bir yol vardır. Sen yeter ki yanında yer ayırmayı bil...Ne sen
kimse için mecburi istikametsin, Ne de bir başkası senin için
çıkmaz sokak...''

Alphan Manas - önemle tavsiye ediyorum.

http://vimeo.com/9066212


Elif Şafak - Kurgunun Politikası- Muhteşem bir sunum (20 dk. ya neler sığmış)



http://www.ted.com/talks/lang/tur/elif_shafak_the_politics_of_fiction.html


16 Mar 2011

TOPLAM KALİTE MASALI


Bir şirkette içeriden-dışarıya bakış açısının hâkim olup olmadığını görmek için bazı çok bariz belirtiler var. Mesela bir şirkette, 2011 yılında bile toplam kalite yönetimi felsefesi hakimse, ya da 6 Sigma projesiyle uğraşıyorlarsa, veya yalın üretim gibi konular asıl odaklarını oluşturuyorsa, spesifik bir stratejik hedef olmaksızın süreç iyileştirme projesine gömülmüşlerse, strateji oluşturma çalışmalarında SWOT analizi gibi yöntemlere başvuruyorlarsa, bu şirketlerde köklü bir içeriden-dışarıya kültürü hakim demektir. Ticaretin tek bir amacı vardır: Müşteri bulmak ve müşterileri elde tutmak. Ve sonucunda da para kazanmak. Gerisi hikâyedir. Bugünün emtialaşmış ve müşteri hâkimiyetinin yükselmiş olduğu aşırı rekabet dünyasında içeriden-dışarıya bakış açısı ölüm reçetesidir, başka bir şey değil.

Yazının tamamı;
http://www.turkiyegazetesi.com/makaledetay.aspx?id=483746

--


15 Mar 2011

SIRRIN SIRRI SABIR



-


 
SIRRIN SIRRI SABIR
 
Mevla'nın her şeydeki sırrı SABIR dır.

Acıya sabredersin adı METANET olur,

Açlığa sabredersin adı ORUÇ olur,

İnsanlara sabredersin adı HOŞGÖRÜ olur,

Dileğe sabredersin adı DUA olur,

Duygulara sabredersin adı GÖZYAŞI olur,

Özleme sabredersin adı HASRET olur,

Sevgiye sabredersin adı AŞK olur...

(Mesnevi - Mevlana)





14 Mar 2011

İnsan Kıymet midir yoksa kaynak mı? Kişisel derinlik ve ufuk veren güzel bir söyleşi





İnsan kıymet midir? kaynak mıdır?

Please click on the following link to watch the video:
http://dai.ly/dKqUSE

10 Mar 2011

Genç Girişimlerin siteleri.(Tavsiye edilir.)

http://www.etohum.com/sirketler


Müşteri Kimdir?



BİR MÜŞTERİ EN ÖNEMLİ ZİYARETÇİMİZDİR.

O BİZE BAĞIMLI DEĞİL, BİZ ONA BAĞIMLIYIZ.

O İŞİMİZE ENGEL DEĞİL,İŞİMİZİN SEBEBİDİR.

O İŞİMİZİN DIŞINDA BİR DEĞİL,İŞİMİZİN BİR PARÇASIDIR.

ONA HİZMET EDEREK İYİLİ ETMİYORUZ.

O BİZE BU İMKANI VEREREK BİZLERE İYİLİK EDİYOR.

                                                                           Mohandas K.Gandhi.

9 Mar 2011

İktisatçının ekonomisti suçlaması!

Ekonomistin hayatı, kişiliğine de yansıyan üç tarz içinde döner; banka hesabında fazla miktarda parası olduğunda, başını arkaya atıp göğsünü gererek yeryüzünde çalımla yürür.

Emekten ekmek kazanalım!

Sözlüklerde “İktisat ve ekonomi”nin aynı anlama geldiği yazılıdır. Elbette doğrudur da. Ekonomi Batı orjinli bir kavram iken iktisat Doğu menşeili bir kelimedir. Bu disipline ait yayınlara şöyle bir göz atıldığında eskiye ait içerikli olanlarda “iktisat” (örneğin; İktisadi Düşünce Tarihi), daha yeni ya da çağdaş içerikli olanlarda ise “ekonomi”nin (örneğin; Dünya Ekonomik Göstergeleri) kullanıldığı görülür.

Farklılaşma, bu disiplinin eğitimini almış kişilerde kendilerini tanıtırken de ortaya çıkar. Kendisini “İktisatçı” olarak  takdim edenlerin genelde devlette ya da üniversitelerde, “ekonomistim” diyenlerin ise özel sektörde, özellikle de paranın sıcak döndüğü borsa, banka, yatırım bankası, fon yönetimi gibi yerlerde çalıştıkları ortaya çıkar.

Acaba bu bir tesadüf müdür yoksa kendiliğinden gelişen bir nüans mıdır?

Görünürde her iki kelime de düz bir bakış açısı ile aynı anlamı ifade eder. Peki düz bir bakış açısı ile bakılmadığında?! Ya da her iki kavramın üzerindeki ince zarı soyduğunuzda altından nasıl bir çağrışım ve imaj çıkar?

Ekonomi, kapitalist zekânın diyalektik, muakale, mantık ve matematiği kullanarak kendini kapitalist akla dönüştürmesidir. (Zekâ ham akıldır bir kaba girmeye muhtaçtır.) Dolayısıyla “Ekonomi” kapitalist zekanın çocuğudur. Ekonomi tüketimi çağrıştırırken iktisat tasarrufu getirir zihinlere. İktisatçı muhafazakâr iken ekonomist moderniteye açıktır ve onun uç beyliğini yapar. Bu yüzden ekonomi konjonktürel, iktisat ise kadimdir.

Ekonomist sınırsızca biriktirmenin ve harcayıp tüketirken, tükenmenin amigoluğunu yaparken, iktisatçı çoğaltmaktan yana tavır koyan tasarruf isimli kadim takımın sadık ve cefakâr taraftarıdır.

Ekonomist kapitalizmin erdemden yoksun bırakılmış yaramaz çocuğu iken, iktisatçı idealizmin sosyal değerler muhafızıdır.

Ekonomist rakamlara el ovuşturarak kölelik yaparken, iktisatçı sayıların yukarıdan bakan efendisidir. Rakamlar ekonomisti parmağında oynatırken, sayıları dizginleyip yöneten iktisatçıdır.

Neredeyse her sekiz yılda bir bölgesel ya da küresel ölçekte yaşanan krizler, sürdürülebilirliğin sınırlarını zorlayarak “daha yüksek, daha ileri ve daha çok” olanın peşinde koşan ekonomistin tetiklediği bunalımlardır.

Ekonomist uluslararası bir şirketin CEO’su ya da borsada spekülatör olurken, iktisatçı bir insani yardım kuruluşunun gönüllü emekçisidir ya da üniversitede ders vermektedir.

Ekonomist “para, para, para” derken iktisatçı “ahlâk, tasarruf, kanaat” demeye devam edecektir.

Ekonomist tıpkı ait olduğu Batılı paradigmal çerçeveye paralel olarak, ürettiğinden fazlasını tüketme eğilimini fiiliyata döker. Finansal kriz onun hayatını, yaşam tarzını ve standardını tamamıyla etkileyen bir durumdur. İktisatçı ise neredeyse genlerine işlemiş kanaatkâr yapısı ile tasarruf eder ve paylaşır. Finansal krizler onun hayat tarzında bir istikrarsızlığa ve moral bozukluğuna yol açmaz. Çünkü krizin buna gücü yetmez. Üstelik yaşanan iktisatçının değil ekonomistin tetiklediği krizdir.

İktisatçı uslanmaz bir istikrar ve denge savunucusu iken, ekonomist sürdürülebilirliğin sınırlarını zorlayarak “daha yüksek, daha ileri ve daha çok” olanın peşinden koşmayı tercih edendir.

Ekonomist realist bir anlayışa sahiptir ve paradigma ile tam bir uyum içindedir. Yani kapitalizmin kurallarına dolayısı ile sisteme uyar ve onu sorgulamaz. İktisatçı idealisttir, paradigmanın dışına çıkmak için kendini zorlar. Mevcut adaletsiz sisteme başkaldırının onu dönüştürmenin hesaplarını yapar. Bu bakımdan ütopik olduğu bile söylenebilir.

Ekonomist aklı ile bakıp para odaklı çalışmayı tercih ederken, iktisatçı akıl ve kalbin vizöründen görüp insan odaklılığı bir zorunluluk bilir.

Ekonomistin hayatı, kişiliğine de yansıyan üç tarz içinde döner; banka hesabında fazla miktarda parası olduğunda, başını arkaya atıp göğsünü gererek yeryüzünde çalımla yürür. Yükseklere bakan gözleri bastığı yeri göremez (1. Hâl). Hesabındaki para ona göre ortalamanın altına düştüyse yürüyüş tarzı gözleri gibi donuklaşmış ve cetvel gibi düzleşmiştir (2. Hâl). Bankada ve cebinde para bitmişse o iki büklümdür artık. Grafiksel anlatımla dip (V) yapan kişisel ekonomik krizi onun gözlerindeki feri alıp götürmüş, ikinci dip (W) endişesi belini bükmüştür (3. Hâl).

Neredeyse her sekiz yılda bir bölgesel ya da küresel ölçekte yaşanan krizler, sürdürülebilirliğin sınırlarını zorlayarak “daha yüksek, daha ileri ve daha çok” olanın peşinde koşan ekonomistin tetiklediği bunalımlardır. “Paradan para kazanmaktan vaz geçelim, emekten ekmek kazanalım diye yırtınan iktisatçı ise engel olmaya çalışır bu büyük ölçekli iktisadi buhranlara.

Ekonomist makronun ve mikronun bilgisine sahip bir bilgindir. İktisatçı ise bunların ötesine kadar uzanabilmiş bir bilgedir.

Ekonomist, patronun “pahalı” zevkleri olan “ucuz” adamıdır ve onun gücünün güdümündedir. İktisatçı ise hiç bir zaman gücün ya da patronun adamı olmamıştır. O ilkeleri ve erdemi içselleştirmiş “ucuz(!)” ihtiyaçları olan “paha biçilemeyecek” adamdır.

 İhsan Toy - Haber 7
İhsantoy@tasam.org



5 Mar 2011

[meliharat] farkluyum




Farkluyum

 “Bu dünyada büyük başarılara imza atmanın yolu hem farklı hem de uyumlu olmaktan geçiyor. Ancak farklı olmak karşı çıkmayı gerektirirken, uyumlu olmak kurallara ve topluma boyun eğmeyi gerektiriyor.”

Melih Arat

Farkluyum. Yanlış yazılmadı. Evet,“Farkluyum” yazdım. Yaptığım seyahatler ve işim dolayısıyla bir tür zaman makinesinde gibiyim. Hayatının baharında olan gençleri de görüyorum, emekliliğinde ah keşkeler için de vicdan azabı çekenleri de. Bütün bu gözlemlerimin içinde en çok dikkatimi çeken grup, yıldız yeteneklere sahip olanlar. Şaşırtıcı bir şekilde bu yıldız yeteneklere sahip olanların çok azı yükseliyor. Boğaziçi Üniversitesi Mezunları Derneği’nde düzenlediğimiz kurslar sırasında son derece parlak ve yetenekli profesyoneller gördüm. Ancak bu zehir gibi gençlerin çok azı yükselecek. Bütün zekalarına rağmen birçoğu da neden yükselemeyeceklerinin de farkında da değil.

Zehir gibi bu gençler neden yükselemezler? Adı üstünde zehir gibiler de ondan yükselemezler… Çok akıllı ve yetenekli insanların en önemli sorunlarından bir tanesi, çıkıntı olmalarıdır. “Çıkıntı”, düz bir zemindeki fazlalılıktır. Herkes o fazlalıktan kurtulmak ister. Öyleyse kurumların içinde zekamız ve eleştirel gücümüzle farklı olmak aleyhimize işlemektedir. Ahşap bir masanın üstündeki fazlalığı, bir marangoz nasıl rendeyle temizlerse, kurumların ve grupların içindeki fazlalıklarda aynı şekilde temizlenir.

Kurumların için de ancak zamanla yükselebilen bir grup da her şeye olumlu şekilde kafa sallayanlardır. Her şeye tamam diyen, hiç yenilikçi bir fikir getirmeyenler, çıkıntılardan biraz daha şanslıdırlar. Çünkü uyumlu olanlar, dikkat çekmezler ve makinenin bir dişlisi olarak organizasyonda tutulurlar. Ne var ki, uyumluluk gri bir renge sahip olmak anlamına geliyorsa, kurumun içinde maaşlarını alsalar da yükselemezler; çünkü hiçbir yaratıcı ve orijinal katkı ortaya koymadıklarından terfi almaları için bir nedene sahip olamazlar. Ancak geleneksel hiyerarşik örgütlerde yine de ses çıkarmadan söyleneni yapan insanlar tercih edilirler ve zaman içinde yükselme şansları da vardır.

Bu iki grubu sollayarak geçen bir grup vardır ki, bu grup “Farkluyum” grubudur. Farkluyum grubu, aynı anda hem farklı hem de uyumlu olmayı başaran gruptur. Masa tenisindeki masanın ortasındaki ağ gibidirler. Masanın tamamı düz bir zeminken, masanın ortasına gerilmiş olan ağ dik durarak farklılaşır. Ne var ki, ortadaki ağ, oyuna yeni bir kural sağlamakla kalmaz oyunu daha heyecanlı ve daha fazla yetenek isteyen bir hale getirir. Düz masayla birlikte düşünüldüğünde ağ hem farklı hem de uyumludur. İşletmeler için de ihtiyaç duyulan insan tipi böyledir. Hem organizasyonla su gibi bir akış ve uyum için de olacak hem de farklılığıyla organizasyona değer katacak bireylere ihtiyaç duyulmaktadır.

Çok yetenekli bir öğrencim, çalıştığı şirketin tüm çalışanlarının katıldığı 500 kişilik bir toplantıda, çok esprili bir şekilde genel müdürün politikasının neden yanlış olduğunu ve neler yapılabileceğini herkesin eğleneceği bir şekilde anlatmıştı. Söylediklerinde haklıydı, yalnız bu konuşma dolayısıyla genel müdür küçük düşmüştü. Bu konuşmayı 500 kişilik bir toplantıda yapacağına, genel müdürü küçük düşürmeyecek bir ifade dizisiyle kendisiyle baş başa olduğu bir toplantıda yapacak olsa belki genel müdürün gözüne girecekti. İşte marifet, farklı olurken bir yandan da uyumlu olmayı başarmaktır.

Samanyolu’na güzelliğini veren tek bir yıldız değil, yıldız takımlarının çokluğudur. Yıldızlaşmaktan ziyade, bir takımı yıldızlaştırmak için çaba göstermek 21.yüzyılda başarının anahtarı olacaktır. “Farkluyum” diyebilmek, iletişim becerilerinde ustalaşmayı gerektirirken, bir taraftan da yenilikçi yaklaşımları üretebilecek zihinsel bir sürece girmeyi zorunlu kılmaktadır.

 

 

__._,_.___

Attachment(s) from Melih Arat

1 of 1 File(s)

Recent Activity:
.

__,_._,___



--
Levent Kafadar
http://corbanintuzu.blogspot.com

Bırak
hayatına eşlik etmek isteyenler gelsin seninle...Herkesin gideceği
bir yol vardır. Sen yeter ki yanında yer ayırmayı bil...Ne sen
kimse için mecburi istikametsin, Ne de bir başkası senin için
çıkmaz sokak...''

2 Mar 2011

Bulut gelir Söke'ye çek eşşeği köşeye!

Bulut gider Ada’ya, çek eşşeği odaya. 
Bulut gelir Söke’ye, çek eşşeği köşeye. 
Bulut gider Aydın’a, bak işine kaydına.

1. Basit
2. Beklenmeyen
3. Elle tutulur
4. Güvenilir (kredibl)
5. Duygulara hitap etmesi 
6. Öykülere dayanır olması


Ben Sökeliyim. Aydın’ın ilçesi, Kuşadası’nın (bizim deyişimizle Ada’nın) kapı komşusu Söke. Bizim oraların hava tahminiyle ilgili çok hoş ve o ölçüde etkili bir tekerlemesi var. Havanın güneşli mi yoksa yağmurlu mu olacağı, yağmurun kalıcı mı olacağı yoksa gelip geçici mi olacağıyla ilgili. Pamukçu bir memleket olduğu için, insanlar yılın belli aylarında gözleri semaya takılı olarak yaşarlar. İşte bu ilçenin kendi insanları tarafından atalarınca geliştirilmiş ve bugüne kadar başarıyla süregelmiş olan hava durumu tekerlemesi şöyle. Söke Belediyesinin yerinde olsam, bu güzel tekerlemeyi şehrin girişine büyük ve estetik bir tabela üzerine yazdırırdım; 
Ben geçen haftaki yazımda, bir fikrin, bir pazarlama mesajının, bir halkla ilişkiler öyküsünün, bir CEO’nun çalışanlarına vereceği önemli bir mesajın vb. dinleyiciler nezdinde tutabilmesi ve kalıcı olabilmesi için şu altı özelliğin -hepsine değilse bile- çoğuna sahip olması gerektiğini söylemiştim. Onlar da şunlardı:
Şimdi bu kıstaslar çerçevesinde gelin bizim tekerlemeyi değerlendirelim. Sizce mesaj basit mi? Bence tekerlemedeki eşeğin bile anlayacağı kadar basit. Şaşırtıcı mı, yani beklenmeyen bir ifade şekli mi? Hem de nasıl. Elle tutulur mu? Hem de çok. Eğer bulut Kuşadası’na (Ada’ya) gidiyorsa tüm gün hava yağışlı olacak, eğer Söke’ye geliyorsa yağmur kısa süreli olacak, eğer Aydın’a gidiyorsa güneşli bir hava olacak diye net bir mesaj veriyor. Güvenilir mi? Denemesi bedava. Üstelik yüzyılların deneyiminden süzülüp gelmiş bir yerel atasözü bu. Duygulara hitap ediyor mu? İnsanların tüm yaşamı hava durumuna bağlı olan bir şehirde duygular da hava durumuna bire bir bağlı olur. Hikâye üzerine kurulmuş bir mesaj mı? Bence tekerlemenin kendisi zaten çok hoş bir hikâye. Demek ki bu olağan halk mesajı, “kalıcı” olmanın tüm özelliklerini birden taşıyor ve o nedenle de yüzyıllardır kalıcı oluyor. 

İLK 3 MESAJ İNTERNETTE 
Kalıcı mesajlar üretebilmek, özellikle pazarlama mesajları açısından hayati öneme sahip bir konu. O nedenle pazarlama faaliyetiyle ilgili her iş adamını yakından ilgilendiriyor. Ama geçen hafta da söylediğim gibi, sadece pazarlamacıları değil, toplumun çok geniş kesimi için de bilinmesi çok yararlı olabilecek bir konu. O nedenle iki haftadır “kalıcı” mesajlar üzerine yazıyorum. Bu son yazımda, geçen hafta başladığım ve ilk üç kuralını açıkladığım “Kalıcı olmanın 6 kuralı”nın son 3 kuralını sizlerle paylaşmak istiyorum. İlk üçü gazetemizin internet arşivinde veya benim web sitemde (armankirim.com).


Kural 4 Güvenilir olmak
Bir fikrin ya da mesajın kalıcı olabilmesi için her şeyden önce insanların bu mesajın doğruluğuna inanması lazım. O zaman temel soru, insanları nasıl inandırırız sorusu oluyor. Bizler bir şeye ya atalarımız, anne-babamız ya da yakın çevremizdeki insanlar inanıyor diye inanırız. Yaşamış olduğumuz geçmiş tecrübelere dayanarak bazı şeylerin doğruluğuna diğerlerinin yanlışlığına inanırız. Bizler bir şeye, dini inancımız öyle söylüyor diye inanırız. Ya da konunun uzmanlarının söylediklerine inanırız. Bunlar, yani atalar, aile, yakın çevre, dini inanç, uzmanlar/otoriteler çok güçlü inandırma kaynaklarıdır. O nedenle kalıcı mesaj üretmek isteyenler için, bu güçlü kaynakların çoğuna -mesela atalara- erişim olamayacağından işi zor.

DOKTORLAR VE ÜNLÜLER ÖN SAFTA
Ama örneğin uzmanlardan yararlanmak suretiyle mesajınızı kalıcı kılmanız mümkün. Reklamda eğer Dr. Mehmet Öz çıkıp şu ürünü kullanırsanız, bilmem ne hastalığınız çok daha hızlı şifa bulur derse, mesajınızın kalıcı olma olasılığı yükselir. Ya da ünlü ve sevilen bir model sizin moda firmanızın elbiselerini giyip reklamlarda boy gösterirse, reklam mesajınızın kalıcılık ihtimali yükselir. Bunlara “dışsal” kaynaklar deniyor. Otoritelerin uzmanlıklarına referans vererek mesajınızın kalıcı olmasını sağlamak. 

KURAL 5 Duygulara hitap etmeli
Mesajların inandırıcı olması çok önemli ama yeterli değil. İnsanları ‘eyleme’ geçirebilmesi için mesajınızın duygulara da hitap etmesi gerekli. Bu anlamda bana göre ülkemizin en kalıcı birkaç pazarlama mesajından ikisi insanları tam da duygularından vuran şu mesajlar:

Önce güneş, hava, su 
Sonra bol gıda gelir
Akşama babacığım
Unutma Ülker getir.
Bir bilmecem var çocuklar
Haydi sor sor 
Çayda kahvaltıda yenir
Acaba nedir, nedir, nedir
Bisküvi denince akla, hemen onun adı gelir

Eti, Eti Eti.
Bir de iki yıl önce bayram öncesi yayınlanan ve evde yalnız, ziyaretlerine gelmeyecek çocuklarını bekleyen yaşlı anne-baba teması üzerine kurulu çikolata reklamlarının çok etkili ve kalıcı olduğunu söylemek mümkün.
ABD’den de yakın zamanlara ait bir TV örneği ile duygulara hitap etmenin mesajın kalıcılık gücünü nasıl arttıracağını örnekleyeyim. American Legacy Foundation (ALF), bir sivil toplum örgütü. Amacı, 13-19 yaşları arasındaki gençlerin sigara içmelerini önlemek. ALF oldukça başarılı bir vakıf. Hedef kitle arasında çok etkili olan “Gerçek/Truth” isimli bir reklam kampanyaları oldu. Belgesel film tarzıyla çekilmiş TV reklamı şöyle başlıyor. New York’ta bir caddede bir binaya doğru kamera yaklaşıyor. Ekranda o an bir yazı beliriyor: Çok büyük bir sigara şirketinin genel merkezinin dışındayız.

CESET TORBALI MESAJ ÇOK KESKİN
Uzun bir TIR kamyonu binanın önüne arka arka yanaşıp park ediyor ve TIR’ın içinden bir grup genç çocuk atlıyor ve hemen kamyonu boşaltma işine girişiyor. Boşalttıkları, üzerlerinde ceset torbası yazan içi bir şekilde doldurulmuş torbalar. Torbaları binanın bir kenarına üst üste yığmaya başlıyorlar ve yüzlerce torbadan oluşan istif yükselip duvar gibi bir hal alıyor. Bu sırada genç çocuklardan birisi megafonla genel merkeze doğru bağırıyor: “Sigaranın günde kaç insan öldürdüğünü biliyor musunuz?”. Ekranda günde 1.800 kişinin sigaraya bağlı nedenlerden öldüğü yazısı beliriyor. Bu da gençlerin genel merkez önüne yığdıkları torba sayısına eş bir sayı.

YÜZDE 66 ETKİ BÜYÜK BAŞARI 
Tabii böylesi etkili bir mesaj büyük sigara şirketlerini karşı eyleme geçiriyor ve onlar da engelleyici anlamda bazı başarılı sonuçlar elde ediyorlar. Ama asıl enteresan ve çarpıcı olan, reklam kampanyasının hedef kitle üzerinde yarattığı kalıcılık etkisi. Belli bir zaman sonra gençler arasında geniş bir anket yapılıyor ve onlara bu reklamın temel mesajını hatırlayıp hatırlamadıkları soruluyor. Gençlerin yüzde 22’si hatırlıyor. Büyük başarı. Hatırlamak güzel, peki ya eyleme geçirme. Burada mesajın etkisi çok daha kalıcı. Gençlere aynı ankette önümüzdeki yıl içinde sigara içmeye başlama olasılığınız nedir diye sorulduğunda gençlerin yüzde 66’sı bu ihtimalin düşük olduğunu belirtiyor. İşte size kalıcı mesaj. Bence mutlaka örnek alın ve işinizin, hayatınızın bir aşamasında mutlaka kullanın.


KURAL 6 ÖYKÜLERE DAYANMALI
Bugünkü yazımızın başlığı hemen dikkatinizi çekti değil mi? Neden? İki nedeni var. Birincisi bir gazete makalesi için alışılmış bir başlık olmaması. İkincisi, ardından bir öykünün geleceğini ima ediyor olması. Öykülere dayandırmanın, mesajları kalıcı kılma yönünde çok ciddi olumlu etkileri oluyor. Çünkü öykülerin insanları uyarma, ufuklarını açma ve çok enteresandır ki eyleme geçirme özelliği var. Dikkat ettiyseniz tüm iyi konuşmacılar, konuşmalarının belli yerlerine mutlaka öyküler sıkıştırmayı ihmal etmezler. Bunun sebebi de işte şimdi saydığım, öykülerin insanlar üzerinde yaratacağı üç temel etki. 
Ünlü yatırımcı Warren Buffet’nın Rose Blumkin isimli kadınla ilgili şu hikâyeyi sık sık anlattığı bilinir. Blumkin, 23 yaşında Rusya’dan kaçıp büyük zorluklarla Amerika’ya gelmiş olan bir Rus kadını. Geldiğinde tek kelime İngilizce bilmiyor ve hiçbir formel eğitimi yok. Blumkin çalışarak zar zor biriktirdiği 500 dolarla 1937 yılında bir mobilya işi kuruyor. Bundan elli yıl sonra şirketinin yıllık cirosu 100 milyon dolara ulaşıyor. 100 yaşındayken bile kadın yedi gün işinin başında. Öyle ki, 100’üncü yaş gününü, mağazanın kapalı olduğu bir geceye denk getirmek için gerçek doğum tarihinde bile kutlamıyor. İşte size çok çalışkan olmakla iş başarısı arasındaki ilişkiyi hiç akıldan çıkmayacak bir şekilde anlatan bir öykü.



CAMEL’IN YAPTIĞINA BAKIN!
İnanmayacaksınız ama bir zamanlar ABD’de şöyle bir ‘uzmanlığa dayalı’ sigara reklamı varmış: “Yapılan ulusal anketlere göre, diğer sigara markalarına nazaran daha fazla doktor, Camel marka sigara içiyor!” Reklam resmini görmeseniz vallahi inanmak mümkün değil. Dikkat ettiyseniz Nike şirketi tüm ürün gruplarında, yani basketboldan tenise, futboldan golfe hep ünlü sporcuları ‘onaylayıcı’ otorite olarak kullanıyor. Bugün sosyal ağlar dediğimiz bloglar, facebook, Twitter, LinkedIn gibi network’ların yararlarından biri de işte bu: Güvenilirlik onayı almak. 

Kıssadan hisse
İşte geldik “kalıcı mesajlar, kalıcı fikirler” yazı dizimizin sonuna. Size bu yazılarımda anlatmak istediğim temel şey, gerek pazarlama faaliyetlerinizde, gerek çalışanlarınıza ya da işle ilgili bir dinleyici topluluğuna yapacağınız konuşmalarda, insanlara iletmek istediğiniz temel mesajın akıllarda kalmasını nasıl sağlarsınız sorusunun cevabıydı. Zira ortalığın mesaj bombardımanına tutulduğu günümüzde herhangi bir mesajın akılda kalma olasılığı neredeyse sıfır. İşte bu nedenle eğer mesajlarınızı kalıcı kılmanın tekniğini iyi bilir ve akıllıca kullanırsanız, bu mesaj bombardımanından sıyrılır ve akılların ön tarafına yerleşirsiniz. Bunun için de Dan ve Chip Heath isimli kardeşlerin “İşte Bu Fikir Tutar” isimli kitabında anlattıkları altı kuralı sizlerle paylaştım. Eğer bu kuralları zihninizde iyice sindirirseniz, bundan sonra çok daha etkili ve kalıcı mesajlar üretme şansına sahip olursunuz.

Prof. Dr. Arman KIRIM 
ak@tg.com.tr
02 Mart 2011 Çarşamba