23 Nis 2011

KENDİ HAYATININ EFENDİSİ MİSİN YOKSA KÖLESİ Mİ?

Çok istemek öğretildi. Çok istersen başarırsın çok istersen her şey yoluna girer

Acaba gerçekten öle mi ?

Eğer öyle olsaydı dilenciler sabah akşam istiyorlar neden onlar zenginler sınıfına giremiyorlar ?

Gerçi hemen karşı çıkıp diyebilirsiniz ki evi arabası olan dilenciler var piyasada

Onlar dilenci değil dilenci taklidi yapanlar.

E peki istemeyelim mi ?

Herşey istemekle başlar orda bir sorun yok mesele zihini bu isteyen konumdan çıkaramamak

 

Ve size çok özel bi sır vereyim kimseye söylemeyin J

Aslında insanın bi tarafı başarmayı isterken diğer tarafı yokluğu,hüznü acıyı ister.Ve acıların çocuğu olmaktan hoşlanır.İnsanlar kendilerini korkutmak için korku filmlerine giderler sıklıkla.

Şarkılar umutsuzluklar, hüzünler üzerine kurulmuştur.

Birde istemenin tersi var istememek o zaman sizin dediğiniz mantıktan şöyle bir şey çıkıyor

Madem isteyerek elde edemiyoruz istediklerimizi istemeyelim mi?

Aslında istemediğimiz şeyleri de hayatımıza çekiyoruz

Borçlu olmak istemiyoruz ama borçlar duruyor

Yalnız yaşamak istemiyoruz ve yalnızız J

Ama bunu pozitif yönde de kullanabilirsiniz para istemiyorum derseniz ona muhtaç olmadığınızdan para sizi bulabilir J

İki konum var aslında muhtaçlık konumu ve sahiplik konumu biz muhtaç konumda istiyoruz genelde

Sahiplik konumunda istersek isteklerimiz gerçekleşecek haberimiz yok

Sahipmiş gibi hissedip istediğini elde etmiş gibi davranmak

Biz buna miş gibi konumu diyoruz

Bilinçli delilik oyunu oynuyoruz Kızılderili bilge don juanın denetimli divanelik dediği konum

O şeye sahipsiniz kısa süreliğine

Örneğin istediğiniz paraya sahipsiniz ve zenginmiş gibi bir an için hissedin

 

Gerçek olmasa da eğer zenginmiş gibi düşünür hisseder ve davranırsanız mucizelere tanık olursunuz.

İş arayan işsiz bir genç her sabah sanki idealindeki işi bulmuş gibi her sabah tıraş oluyor ve takım elbisesiyle dışarı çıkıyor ve kısa süre sonra idealindeki işe kavuşuyor.

İdeal kiloma gelirken uyguladığım teknik buydu.15 kilo fazlam vardı.

Hiç irade gücü kullanmadım çünkü irade gücü diye bir şey yok.ve yaptığım kendimi ideal kiloma varmış gibi gördüm bunu onayladım ve bu şekilde kısa sürede kendiliğinden zayıfladım

Neden kendiliğinden çünkü bilinçaltı kendiliğinden çalışır.Tek çabayı hayal ederken gösterdim.

Az çabayla çok başarı aslında hepimizin istediği bu…?

Ama önce kral gibi hissetmeliyiz ve Hayatımızın efendisi olmalıyız nasıl mı ?

İşte buyrun

KENDİ HAYATININ EFENDİSİ MİSİN YOKSA KÖLESİ Mİ?

Kim istemez ki hayatının kralı ya da kraliçesi olmayı.

Sende kişisel gelişimle uğraşıyorsan nedeni kariyer yapmak,mutlu bir ilişki,güzel bir tatil ve güçlü bir kişilik ve buna benzer amaçlara ulaşmak için çabalıyorsun demektir.

Birisi güçlük kişilik mi dedi.?? Buna sahip olmadan ne yaparsan yap kişiliğini geliştiremez

Özündeki hazinelerin farkına varamazsın.

Ve dostum sabah akşam kendine ben mutluyum desen acaba mutlu olabilir misin ?

Cevap koca bi HAYIRR!!

Tamam biliyorum daha mutlu olmak daha çok kazanmak mutlu bir ilişkinin hayaliyle yaşıyorsun ya da buna benzer bir hedefin var her insanoğlu gibi.

Bekli de daha mistik olmak istiyorsun çakralarından ışık saçmak,bir insanın aurasından yalan söyleyip söylemediğini anlamak,sezgilerini geliştirmek ve buna benzer bir hedef…

Aynanın karşısına geç ve bi bak bakalım bir kral veya bir kraliçe gibi duruyor musun ?

Güçlü bir kişilik güçlü bir duruşla başlar…

Dimdik kendine güvenen bir duruş

Tekrar ediyorum Güçlü bir DURUŞ

Norbekovun ifadesiyle zafer kazanmış bir komutan edasıyla dur bakalım

Bir devlet başkanısınız arkanızda korumalar altınızda kırmızı halı.nasıl yürürdünüz ?

Peki hiç Zengin iş adamlarını,devlet başkanlarını izlediniz mi ? Nasıl duruyorlar,nasıl bakıyorlar ?? NASIL ?NASIL ? NASIL ?

Dimdik duruş ve hafifçe tebessüm etmekle kişisel gelişim başlar

Düşüncelerini değiştirmeden önce nefes alış verişini,duruşunu ve yüz ifadeni değiştir

Şaka yapmıyorum kendinde öyle bir vecd hali oluştur ki kendi kendine düşündüğün şeyler bilinçaltına ulaşsın ve sana su,elektirik olarak geri dönsün J

Bilinçaltına ekilen inançla beslenen düşünce tohumları gerçekliğe dönüşürler..

Kendini ezik hissedenlere sözüm :Ezik dostum Ezik psikolojisinden çık şimdi sen bir komutansın sen dünya güzellik yarışmasında kainat güzeli (bayan okuyucularım ) ya da dünya kupasını kaldıran ve takımını lider yapan futbolcusun( Futbol delisi erkek okuyucularım)

Asıl soru şu duygu durumumuzu ne oluşturuyor?? Duygularımızın temelinde ne var ??

ÖNCELİKLE kendini kötü hissediyorsan omuzların çökmüş ve kendini yere bakıyor olduğunu fark edeceksin istisnasız .peki iyi hissediyorsan duruşun nasıldır

Omuzların dik ve ileriye doğru bakar konudasındır.. İyi hissetmeninde kötü hissetmeninde kendine özgü bir bedensel ifadesi vardır..

Kendini kötü hissederken iyi hissederkenki gibi şekilde duruşunu,mimiklerini,nefes alışverişini değiştirirsen belli bir süre sonra kendini iyi hissetmek ZORUNDA KALIRSIN

Hemde istisnasız…Sevgilinden ayrıldığına gülerken bulursun kendini canını yakmaz,canını sıkmaz.

Neden önce bedensel duruşumuzdan başlıyoruz düşüncelerimizi değiştirsek olmaz mı dediğini duyar gibi oluyorum.

Düşünceleri değiştirmek fizyolojik değişimleri göre daha zordur biz önce çeperden başlıyoruz

Sonra özü değiştiriyoruz.

GÜÇLÜ DURUŞA GÜÇLÜ DÜŞÜNCELER eşlik etmeli

Sadece düşünceyi değiştirmek yolunu seçerseniz ezik bir duruşla ağlayan bir yüzle düşüncelerinizi değiştirmeyi denediniz mi ?

Dene istersen çok zor ?

O yüzden önce bedenini kullan sonra pozitif düşün akın akın keyfine var J)

 

HAYALDE SÜRÜKLENMEYEN KENDİ GERÇEKLİĞİNİ OLUŞTURAMAZ.

Sürükleyici büyüleyici hayaller kurmak istiyorsun biliyorum.

Kazandığını başardığını,kendini istediğin kişiyle beraberken mutluyken ama nedense bi türlü olmuyor..

Bi türlü olmuyor hayal kuramıyorum neden acaba ?

Nedeni aslında çok basit beklentin olan bir konuda(genelde birden fazladır) daha önce hayal kurmuşsun ve başaramamışsın hayal kırıklığı yaşamışsın

Bi daha hayal kurduğunda bilinçaltı diyorki daha önce hayal kurdun ve sonucu biliyorsun o yüzden üzgünüm sana hayal kurdurmayacağım…

Boşuna kurma sonuç belli diyor çünkü biz insanoğlu bi işe girişmeden önce geçmiş referanslarımıza bakarız ve geçmişimize göre haraket ederiz..

Ama bu kısırdöngüyü nasıl aşıp da bizi güçlendiren hayaller kuracağız

Çünkü biliyorum ki hayal kurmak gerçeğin kalesini fethetmek demektir.. .

Çünkü biliyorum ki hayaller kendi gerçekliğimin yapıtaşlarıdır..

İşte transa geçip hayal kurduğunda kurduğun hayaller net kesintisiz ve berrak gerçekleşmeye

ÖYLE ÖZEL HALLER VARDIR Kİ ÖYLE ÖZEL ZAMANLAR O VAKİT DİLEĞİN ANINDA GERÇEK OLUR

O hal çevreden,zamandan ya da ruh halinden kaynaklanabilir

Ama o anda ne dersen o olur. Çünkü kimliğinden sıyrılırsın.

ŞÜKRÜN DORUK NOKTASINDA İSTEMEYİ DENEDİN Mİ ?
Şükretmek çekim yasasında ve kutsal kitaplarda çok bahsedilen bir durumdur..


Şükretmek sahip olduklarınızı çoğaltır..istediğiniz gerçekliği kendinize çekmenize yardımcı olur..


ŞÜKR=sahip olma duygusu demektir


Küçük şeylere bile şükrederek ve sahip olma duygusunu yaşayarak yokluk durumundan bolluk durumuna geçersiniz...


ve sahip olma hissine alışan bi kişi sahip olmak istediği nesnelere odaklanırken bu

duyguyla odaklanır... ve onu daha hızlı ve kolay yoldan elde eder


Ama sahip olduklarınıza yeteneklerinize,yapıp ettiklerinize ard arda şükür ederken

öle bir hale ulaşırsınızki o anda dilerseniz ve istediğinizi olmuş gibi hayal ederseniz

işte o minnettarlık ve sahiplik duyguları içindeyken isteğiniz evrene yayılmıştır.

ŞÜKÜR sağ beyninizi harekete geçirir.Şükür size ne kadar şeye sahip olduğunuzu gösterir

Size gücünüzü hatırlatır ve yaşamın size karşılıksız verdiklerini..

Şükr ederken enerji düzeyiniz amacınıza elde edecek konuma gelir.Beyniniz müthiş çözümler üretir..

Şükr kendine teşekkür etmeyide içerir.

Aslında kişisel farkındalığın başlangıcı kendini sevmektir

Öyleyse kendini sevmekte nasıl oluyormuş diyorsanız işte buyrun



Abdullah Canıtez


Kaynak: www.cekirdekinanc.com

             www.hedef101.com 

Kırık Cam

969 yılında Stanford’lu psikolog Philip Zimbardo bir deney yapar. İki Amerikan otomobili alır. Birisini New York’un en belalı bölgesine, diğerini ise San Francisco’nun en nezih bölgesine bırakır. 3 gün içerisinde New York’ta bulunan otomobil tanınmaz hale gelir. Buna karşın San Francisco’daki otomobile ise 7 gün boyunca dokunan olmaz ta ki Zimbardo kelebek camını kırana kadar. Birkaç gün içerisinde bu otomobil de diğeri ile aynı duruma gelir. Tüm camları kırılır, tüm parçaları çalınır ve hurda yığınına döner. Bölgelerin zengin ya da fakir, çevrenin hırlı ya da hırsız olması birşeyi değiştirmemiştir. Oysa ki küçük bir noksan, minik bir hata, ufak bir detay çok şeyi değiştirmiştir. Kelebek camında olduğu gibi..

Bu deneyden tam 25 sene sonra şuç oranının çok yüksek olduğu New York’a Rudolph Giuliani Belediye Başkanı olur. Emniyet Müdürü William Bratton ile el ele verip sanılanın ve beklenenin aksine ilk olarak sprey boyalarla duvarlara yazı yazanlara, metro turnikelerinden kaçak geçiş yapanlara ve yerlere çöp atanlara ceza keserler. Burada artık bir otorite var ve herşeyi görüyor mersajını verirler. Şehrin sahipsiz olmadığını gösterirler. Kısacası önce kırık camları değiştirir ve kırılmaması için gerekli önlemleri alırlar. Kanun ve düzen konsepti tüm New York’taki suç oranının düşmesini sağlar.

İlk izlenim önemlidir derken büyüklerimiz, aslında bize bunu anlatmak isterler. Algı dediğimiz şey insan gözünü açıp kapayana kadar oluşur. İlk izlenimi pozitif yaratmak ve bunu kalbin atışı gibi sürekli kılmak başarıyı getirir. 1987 yılında tanıştığım Fuat Ağabey’in Kırıntı’sında kırık cam yok. Lezzette en ufak bir değişiklik yok senelerdir. “Acaba aşçı mı değişti?” sorusunu getirtmiyor aklıma. Zamanında Bağdat Caddesi’nin en efsane mekanı Kikka’yı işleten Erhan’ın Bistro 33’ünde kırık cam yok. Tuvalette çöpün üzerinde birikmiş kağıt el havluları, sabunluğunda bitmiş sabun yok. “Tuvaleti ile ilgilenmeyen restoran benim yiyeceğim yemekle nasıl ilgileniyordur” diye düşündürtmüyor beni. Sinan Erkip’in Dentelite’inde kırık cam yok çünkü hem işini hem hastasını önemsiyor. Gerekirse gece yarısı gidip açıyor muayenehanesini. “Ben bunun yatırımını ne zaman çıkartırım” düşüncesinden bağımsız lazer alıp koyuyor hastalarına daha iyi hizmet verebilmek için.

Önemsenmek bir müşterinin, bir markadan beklediği en önemli şey. Cam müşteri birşeyden memnun olmadığı an kırılıyor veya zaten kırık olduğu için müşteri memnun kalmıyor. Camın ne zaman kırılacağını öngörememek gibi, kırıldığında da farkedememek gibi bir risk var. Bu yüzden iş ile ilgili en ufak ayrıntıyı bilmek, iş ile yatıp kalkmak, iş ile yiyip içmek gerekiyor. Özetle paranoyak olmak gerekiyor. Camı kırılmadan önce tamir edebilmek için ise obsesif kompülsif olmak şart. Yani saplantılı ve tutarlı!

Şuna emin olalım ki bir perakende mağazasında, bir restoranda, bir reklam ajansında, bir e-ticaret projesinde, bir danışmanlık şirketinde iş ve işin içeriği ne olursa olsun; bir küçük cam kırılmış ve değiştirilmemişse, tüm camlar ya kırılmış ya da kırılacaktır.


http://www.forcemind.com/2011/01/kirik-cam/





Daha Çok Satmak İçin Daha Az Seçenek Sunun

Büyük bir markete girdiğinizde satın alabileceğiniz tonla ürünle karşılaşırsınız. Televizyon, sucuk, şeker, domates, et, tost makinesi, çaydanlık, kola ne derseniz deyin. Daha fazla seçenek ve çeşit olması insanı daha mutlu eder. Daha az çeşit olan bir yerdense, daha fazla çeşidin olduğu yerleri tercih ederiz.

“Seçim” konusu üzerine bir araştırma yapan Iyenger ve Lepper, çok fazla seçeneğin insanın kafasını karıştırdığı sonucuna varıyor. Fazla seçenekten dolayı karar veremeyen kişi, böylece hiçbir seçeneği değerlendirmiyor.

Iyenger ve Lepper lüks bir marketin içerisindeki bir bölümde promosyon amaçlı reçel servisi yapan çalışan kılığına bürünürler. Böylece insanlar gelip reçelleri tadacak ve sonrasında da satın almak isterlerse bu reçellerden istediklerini satın alacaklar. Masanın üzerine farklı zamanlarda 6 ve 24 adet olmak üzere tadımlık reçel koyarlar. 24 adet tadımlık reçel sunduklarında markete giren kişilerden %60’ı durup dener. 6 adet sunduklarında ise tadım oranı %40’ta kalır. Diyeceksiniz ki, daha fazla seçenek olunca bu normal. Evet haklısınız. Ancak alışverişe dönme oranına baktığımızda rakamlar farklı bir mesaj verir. %60’lık oranın sadece %3’ü reçel satın alırken, %40’lık oranın %31’i reçel satın alır.

Basit bir mantıkla, markete giren 100 kişiye 24 farklı reçel sunulduğunda, 60 kişi tadıma katılıyor ve bu 60 kişiden 2 kişi reçel satın alıyor. 6 farklı reçel sunulduğunda ise markete giren 100 kişiden 40’ı tadıma katıyor ve bu 40 kişiden 12’si reçel satın alıyor.

İnternet satışında da, klasik perakendecilikte de bu “çok olsun, herşey olsun” yanılgısına düşmemek gerekiyor. Az bazen çok olabiliyor. Sevgilinizle bir kafeye gittiğinizde sizi karşılayan bayan, sadece 2 masanın müsait olduğunu söylediğinde birisini seçip oturuyorsunuz. Oysa ki tüm masalar boş olduğunda ya o kafede  oturmaktan vazgeçiyorsunuz ya da çok uzun süre bir masa seçemiyorsunuz. Seçenekleri çoğaltmak değil aksine azaltmak müşterinin işini kolaylaştırıyor.

İşte beni tanıyanlar, “Cengiz Tchibo’daki başarının sırrı neydi” diye sorduklarında, bunun markanın iş modelinin içerisinde saklı olduğunu söylüyorum. Senede 52 tema sunan bir şirket, müşterisi için seçimi kolaylaştırıyor. Asla 8 farklı model çaydanlığı ya da 12 farklı renkte bereyi koymuyor raflarına. Öğrencilerime de, bana projelerinden bahsedip danışma ihtiyacı duyan kişilere de hep aynı şeyi söylüyorum. Internette sade, basit ve anlaşılır olun. Çok bilgi vermeye çalışmayın. Bilgiyi az, öz ve adım adım verin. Ürünü de az, öz ve adım adım koyun.


kaynak:

http://www.forcemind.com/2010/11/daha-cok-satmak-icin-daha-az-secenek-sunun/

Eş ve Müşteri nasıl kaybedilir?






Twitter
Eş ve müşteri nasıl kaybedilir? izlemek isteyenlere http://t.co/0ASJ2bm
Direct message sent by Levent Kafadar (@bioastin) to you (@bioastin) on Apr 23, 4:39 PM.
Leventkafadar9_normal
Levent Kafadar

Send a direct message

Phone2 SMS D BIOASTIN + message to 40404 or your local country code. Learn Twitter for Mobile.

If you'd rather not receive direct message emails from Twitter, you can unsubscribe immediately. To resubscribe or change other Twitter email preferences, visit your account settings to manage email notices. Please do not reply to this message; it was sent from an unmonitored email address. This message is a service email related to your use of Twitter. For general inquiries or to request support with your Twitter account, please visit us at Twitter Support.





Çetin Yılmaz sadece bir basketbol koçu değilmiş.(ekip çalışması futboldan verilir ancak bu sohbet bana farklı bir açıdan bakmama vesile oldu.)







İradeni Kullan Diyenler Hakikaten Bir Şey Bilmiyorlar.(ezber bozucu bir makale)


 

İnsanlar kötü alışkanlıklarını bırakmak iyi alışkanlıklar kazanmak istediklerinde çevremizdeki insanlar iradeni kullan derler.

 

İradeni kullan sigarayı bırak.

İrade gücüyle zayıfla.

Kendini o şeyi yapmaya zorla…

 

 

…ve daha onlarca benzer tarzda öneriler verilir.

 

 

İrade gücü maalesef ki insanın değişiminde,kötü alışkanlıkları bırakıp iyi alışkanlıklar kazanmasında etkin bir rol oynamaz. 2-3 günlük rejimler 1 haftalık sigarayı bırakmalar hep irade gücümüzün halt yemesidir. İRADE GÜCÜ sadece kısa dönemli tehlikelerden kaçmak ve işleri halletmek için vardır. Mesela ayıdan kaçmak için irade gücünüzü kullanırsınız. J

Ya da ağır bi bavulu bir binanın ikinci katına çıkarmak gibi… Eee o zaman hocam nasıl istediğimiz davranışları kalıcı olarak kendimize kazandıracağız ve istemediğimiz

davranışlardan kaçınabileceğiz diye sorduğunuzu duyar gibiyim.

Davranış değişiminin temeli HAYAL GÜCÜDÜR…

Bu birinci ve en temel püf noktamız.

Hayal gücü bir insanı harekete geçirir ya da harekete geçmesini engeller.

Bir itici güçtür… O neredeyse tüm keşiflerin temelidir. İstediğimiz davranışları kolayca yaparken hayal ettiğimizde bilinçaltımızı bu yönde programlamış oluruz.

 

Değişim Kendiliğinden Gelir O Yüzden Çabasızca Çabala

 

Bilinçaltına kendi istek ve arzularınızın tohumunu attığınızda onlar orda yeşerir.

Ve o tohumu suladıkça büyür büyür ve bi bakarsınız arzularınız gerçek olmuş.

Hem de zorlamadan kendiliğinden BİLİNÇALTINA KAYDEDİLEN hayalleriniz ve iç konuşmalarınız davranışlarınıza kendiliğinden yön verirler..

Bu aynı hobilerinizle sevdiğiniz işlerle uğraşırken kendinizi kaptırma halinin aynısıdır.

Zamanın nasıl geçtiğini anlamazsınız.akışa uyarsınız.

Kendinizi zorlayarak yaptığınız değişimler geri dönmeye mahkumdur.

 

Para Sevdiğin İşi Yaptığında Kendiliğinden Gelir İdealist Olmayanlara Duyurulur.

 

Sevdiğin aşık olduğun iş sana para ve itibar kazandırır.

Yeteneğin olduğu konularda ideallerin doğrultusunda hareket edersen ve para için değil zevk için idealini yaşatırsan para bir yan ürün olarak gelecektir.

Ünlü iş adamı ve dünyanın en zenginleri listesinde baş sırayı çeken Richard Branson iş yaparken sadece eğlendiğini söyler. Çalışmayı çalışmak olarak görmez.Picasso : ''Beni resim yapma yormuyor; beni asıl yoran eve gelen gereksiz misafirleri ağırlamak''diyerek işini sevmenin önemini vurguluyor.

Kişiel gelişimde çok güzel bir söz vardır:

YA SEVDİĞİN İŞİ YAP YA DA YAPTIĞIN İŞİ SEV.

Seçim senin.

Tüm başarılı ve mutlu insanlar işini tatile çevirirler…

YA SEN!

 

Kaynak:
http://www.hedef101.com/index.php/makalelerim/61-radeni-kullan-diyenler-hakikaten-birey-bilmiyorlar.html

22 Nis 2011

Yaşayarak öğrenmek......

Napolyon bir gün tek başına düşman askerlerden kaçerken, küçük bir dükkana girer.  Dükkan sahibi, Napolyon’u saklar ve onu kovalayan düşman askerlere de şu tarafa kaçtı diye yanlış yol gösterir. Nihayet bir süre sonra, Napolyon’un askerleri de olay yerinde bitiverir. Dükkan sahibi, ömründe bir daha karşılaşmayacağını düşündüğü Napolyon’a merak ile şöyle bir soru yöneltir;


-“Efendim, af buyurun ama ölümle bu denli burun buruna gelmek nasıl bir duygu ki?”


Napolyon birden öfkelenir; ve


-“Sen kim oluyorsun da benimle böyle dalga geçerek konuşuyorsun? Bu ne cüret! Askerler, bağlayın bu densizin gözünü ve hemen kurşuna dizin” diye talimat verir.


Dükkan sahibi gözü bağlı tir tir titremektedir. Büyük bir korku içerisinde, yaptığına pişman olur. “Tutamadım çenemi, ben ne yaptım, durup dururken ölüp gideceğim” der.


Kısa bir süre sonra; arkasından bir el uzanır ve gözündeki bağı açmaktadır. Adam bir döner ki arkasına;  uzanan el Napolyon’un elidir. Şöyle der Napolyon;


“İşte Böyle Bir Duygu! Yaşayarak Öğrenmek, Bedeli En Yüksek Öğrenme Biçimidir.”


Yaşayarak öğrenmek, hayatın içerisinde edindiğimiz deneyimlere sahip olabilmektir. Deneyim sahibi olmak, yıllanmak veya çok yaşamak değildir. Yaşadıklarımızdan bir şeyler öğrenebilmektir. Sahip olduğumuz deneyimlerden aldığımız farkındalık ve algılama ile deneyim kazanabilmektir. Öğrenmeye olan merakımızın her geçen gün artıyor olması, bizi ilim sahibi insan yapar. Yaşayarak öğrenmek,  ilim marifetimizin çoğalması ile alakalı bir süreçtir.


Yaşamın her alanındaki, deneyimlerimiz aracılığı ile öğrendiklerimiz, bizi güçlendirir. Örneğin, evlilik öncesi aile hayatı çok önemli deneyim zenginlikleri ile doludur. İnsanoğlu, aile kurmadan önce kendi ailesinde algıladıkları veya edindiği tecrübeler ile birtakım farkındalıklara sahip olur. Bunlar, evlilik hayatında çok işe yarayacak deneyimlerdir. Ancak çoğumuz, başlangıçta bu ince nüansları ve detayları fark edemeyiz. Evlilik öncesindeki aile hayatımız, olumlu veya olumsuz birçok yaşanmışlıklar ile dolu olabilir. Çocukluğumuzda, ebeveynlerimizin bize olan tavır ve davranışları birçok mesaj içerir. Anne babalarımızın birbirine olan davranışları, eşler arasındaki ilişki ve iletişim için gördüğümüz en temel örneklerdir. Ebeveynlerimizin, kendi ebeveynleri ile olan ilişkilerinin her biri, bizim için başlı başına kaynak içerir. Aile içerisinde edindiğimiz herhangi bir davranışı, farkında olmadan eşimize uygularken bulabiliriz kendimizi. Çocukluğumuzda, ebeveynimizden gördüklerimizi,  farkında olmadan, kendi çocuğumuza uygularız. Bakışı ile hayır diyen bir baba ile büyüdüysek, bir de bakarız ki bizde kendi çocuğumuza bakışımız ile hayır diyebiliyoruz. Yaşlılara ve çocuklara öncelik tanınan bir ortamda büyüdüysek, kendimiz de farkında olmadan aynı davranışa sahip olmuşuzdur. Bir süre sonra, kendi çocuğumuzun da aynı davranışa sahip olduğunu fark ederiz.


Her birimiz, büyüklerimizden edindiğimiz olumlu veya olumsuz her bir şeyi hayata yansıtabilmekteyiz.  Büyüklerimizi modeller, aile içinde yaşayarak öğrendiklerimiz ile yol haritalarımızı belirleriz. Ancak önemli olan, hem aile hayatımızda hem de kendimizde olumsuz olan özellikleri yakalayabilmektir. Onlar üzerinde bir emek sarf edebiliyor olmaktır. Sadece kendi yanılgılarımızdan değil, başkalarının yanılgılarından da dersler çıkarabilmektir. Sadece kendi hatalarımızdan değil, çevremizdeki diğer insanların hatalarından da öğretiler elde edebilmektir.


Daha doyumlu bir yaşam stiline sahip olabilmek ise hedefimiz, bedeli en yüksek öğrenme biçimi olan yaşayarak öğrenmeyi ilke edinebilmektir.


Sevgiyle ve Sağlıcakla Kalın.


Dönüşüm Konağı
Şeyda Küçükel




13 Nis 2011

GARCIA'YA MEKTUP GÖTÜREN YÜZBAŞI(kıssadan hisse eğitimlerde kullanılacak ve farkındalık oluşmasına yönelik çok çarpıcı bir tespit)


 

Amerika Kurtuluş Savaşı’nın bir safhasında,İspanya ve sömürge ordusunu tecrit edebilmek için Kübalı General Garcia’nın ordusuna talimat göndermek icap etti.Cumhurbaşkanı Mc Kinley,General Garcia’ya bir mektup yazdı.Mektubun süratle  yerine ulaşması gerekiyordu.Başkomutanlık karargahında Garcia hakkında bilgi yoktu.Neredeydi,nasıl gidilirdi,hepsi meçhuldü.

 

Mektubu götürmeye yüzbaşı Rowan görevlendirildi.Yüzbaşı Rowan mektubu aldı,torbasına koydu,gitti,döndü ve tekmilini verdi.Garcia talimata uyacaktı.

 

Yüzbaşı mektubu alınca “Bu Garcia da kimdir?”Nerede bulunuyor?Oraya nasıl gidilir?Atla mı,trenle mi?Harcırahımı kim verecek?Arkadaşım Thomas ata daha iyi biner,onu gönderseniz olmaz mıydı?Eşim biraz rahatsız,hem bu hafta izin sırasındayım” demedi.

 

Benim burada anlatmak istediğim,Yüzbaşı Rowan’ın dört gün sonra Küba kıyılarına ulaşmasının,ormanlara üç haftalık bir seyahati yaya olarak tamamlamasının,dağlarda  ve ormanlarda Garcia’yı bulmasının hikayesi değildir.

 

Antılmak istenen husus yüzbaşının bu hikayesinin tüm okullarda örmek insan olarak tanıtılmasıdır.Dünyanın her yerinde,her gün milyonlarca yöneticinin Garcia’ya gönderecek mektubu vardır.Öte yandan gençlerin muhtaç oldukları bilgiler sadece bir dizi teori değildir;kendilerinden istenen vazifeleri kendi iradeleri ile sonuçlandırma idrakına ve eğitimine de sahip olmalarıdır.Bugün en çok muhtaç olduğumuz budur.

 

Özellikle hizmette fertlerin ilgisizliği ve bilgisizliği toplumları ve kurumları felçli kılar.Hizmetin çarkı dönerken,çarkın her dişlisinin her defasında yeni baştan eğitilmesi ve bilinmesi için zaman yoktur.Aksi takdirde hizmet durur,yeniden eğitim yapmak gerekir.Öte yandan hizmet,devamlı akış,devamlı meşguliyet ister.Çarkın bir dişi kendi işini hiçbir zaman durdurmaya mezun değildir.

 

Bir defasında her yönetici gibi böylesine meşgul iken odama giren bir memur,bana:”Efendim,siz birlikte çalıştığım arkadaşlarımdan birini terfi ettirdiniz.Yaş ve kıdem bakımından aramızda hiçbir fark yok.Öğrenimimiz de aynı.O benden daha yakışıklı değil.Böyle olduğu halde beni hâlâ terfi ettirmiyorsunuz.”dedi.Ben ise dalgınlık halinde  mırıldandım:

 

“Sokakta gürültüler var.Duyuyor musun?Nedir acaba?”

“Gidip sorayım efendim.”diye memur can sıkıntısı ile cevap verdi.Biraz sonra döndü:

“Bir arabaymış efendim.”

“Yükü neymiş?”diye sordum.

“Gidip bakayım efendim.”Biraz sonra döndü:

“Arabanın yükü bir sürü çuval efendim.”

“Çuvallarda ne varmış?”

“Gidip bakayım efendim.”Biraz sonra döndü:

“Çuvallarda çimento varmış efendim.”

“Nereye gidiyormuş bu araba?”

“Gidip bakayım efendim.”Biraz sonra dönüp cevap verdi:

“X ve Y şirketinin merkez şantiyesine gidiyormuş efendim.”

“Çok güzel dedim.””Şimdi bana terfi eden arkadaşınızı çağırır mısınız lütfen.Hani haksız yere terfi eden arkadaşınız.”

 

Beriki geldi ve mırıldandım:

“Sokakta bir takım gürültüler oluyor Nedir acaba?”

“Gidip bakayım efendim.”Döndüğü zaman şöyle cevap verdi:

“Kırk çuval Porland çimentosu yüklü bir araba.Çimentoların menşei New Orleans.X ve Y inşaat şirketinin merkez şantiyesine gidiyormuş.Uluslararası ulaşıma sahip bir kamyon.Çuvalları istasyondan almış.Çuvallardan biri yarı yolda patladığı için şimdi bunun yerini değiştirmeye çalışıyorlar.”

 

(Eşit olmayana eşit davranmanın adalet olmadığı kanaatimden hareketle sabit ücretin verimlilik anlamında yapılan tüm eylemlere katkısının negatif olacağını düşünüyorum.Tüm performansların objektif krtiterler çervesinde ölçülmesi ve değerlendirilmesi üretkenliğin ve ilerlemenin itici unsurlarının en başında gelecektir.)

 

 

 

Bu iki örnekten yorumlar yapmaya  hiç gerek yok.Dünyayı dolduran özel müesseselerle resmi dairelerdeki bütün memurları kendine düşman etmek niyetinde değilim.Bunlar belirli bir öğretim döneminden sonra,bir masanın başına kurularak hiçbir iş yapmadan devlet baba hesabına geçinip gitmeyi meşru bir hak saymakla zaten gayri meşru olmuşlardır.

 

Sabahtan akşama kadar sigara tüttürmek,kahve içmek,vergi yoluyla kendilerini besleyen halkı hırpalamak,sadist bir zevk uğruna en basit işlemleri bile karmakarışık etmek,baştan savmak istedikleri bir müracaatçıyı masadan masaya dolaştırmak ,”Bugün git,yarın gel.”teranesiyle hedefinden iyice uzaklaşan evrakı,arşivin küflü derinliklerine gömmek.Ay sonunda alacakları paraya karşı yapacakları bu ise şayet,hiç zahmet buyurmasınlar.Millet bu parayı onlara haram edecektir.

 

(Devlet denen kurumun "halk" için olduğu düşüncesinden hareketle yeni dönem siyasi yönetim anlayışında gücü elinde tutanların nasıl bir yönetim anlayışı geliştirmesine dönük önemli tespitler.)

Klemanso’nun meşhur tekerlemesi ne kadar hoş:”Bakanlık geç gelenlerle erken gidenlerin karşılaştığı yerdir.”demiş.Bakanlığı süresince öyle garip vak’a lara şahit olmuş ki boyuna vecizeler dizmiş.

 

1906 yılında bir gün aklına esmiş,emrindeki memurların durumunu şöyle yakından görmek istemiş.Odalardan birine girmiş,kimse yok.İkincisine girmiş,bomboş!Üçüncü odada bir memur varmış,o da uyuyormuş Yanında bulunan daire müdürüne dönmüş:

“Sakın uyandırmayın,yoksa o da çekip gider.”

 

İşte böyle,uzun söze ve uzun izaha benim de sizinde vaktiniz yoktur.İnsanlığın Garcia’ya mektup götürecek yüzbaşılara ihtiyacı çoktur.

 

Kaynak:”Avucunuzdaki Kelebek” –Elma Yayınevi-A.Şerif İzgören sf:46-49  

 

 

 

Sözün özü: Devlet memurları, başsız çivi gibidir; içeri sokabilirsiniz ama dışarı çıkaramazsınız.(Amerikan Atasözü)

(Bu söz günümüz Türkiye'sinde son yıllardaki pozitif gelişmelere rağmen özellikle hizmet bilincinin gelişmesinde çok mesafeler alınacak olmasından dolayı geçerliliğini önemli oranda korumakta olduğu kanaatindeyim.)

 


 



--
Levent Kafadar
http://corbanintuzu.blogspot.com

Bırak
hayatına eşlik etmek isteyenler gelsin seninle...Herkesin gideceği
bir yol vardır. Sen yeter ki yanında yer ayırmayı bil...Ne sen
kimse için mecburi istikametsin, Ne de bir başkası senin için
çıkmaz sokak...''

6 Nis 2011

Oysa Bir Ömrü Vardı Herkesin...


İnsanı, içinde bulunduğu trans halinden çıkaran bazı haberler vardır;
Dikkati daldığı yerden farklı bir yere yönlendiren haberler...
İlgiyi meşgul olduğu yerden çekip alan haberler...
Uyandıran...
Ayıltan...
Uzun zamandır düşünülmeyenleri düşündüren haberler...
Unuttuğumuzu hatırlatan haberler...
Unutmamamız gerekenleri unutmuş olduğumuzu fark ettiren
İnsanı kendine getiren haberler...
Duyabilenler ve görebilenler için...
Hatırlamaya yakın olanlar için...
Uykusu derin olmayanlar ve uykuda olduğunu bilenler için...
Özellikle hatırlatılan haberler...
Hatırlamadıkça hatırlatma şiddeti artan haberler...


Peki, en çok neleri hatırlıyorsun bu ara?
Kimlerin haberleri geliyor sana?


Duyuyor musun yaşananları...
Ölenleri ve kalanları...
Öyküsü bitenleri...
ve öyküsüne bir süreliğine daha devam ettirilenleri...
Haberi geldi mi kaybedilenlerin ve gidenlerin...
Geri gelmeyenlerin...
Bir sabah “Görüşürüz” diye yolcu edilip
Akşamına kendisini göremediklerinin,
Haberi geldi mi...

devamı.....

http://www.donusumkonagi.net/kose_yazisi.asp?id=667&baslik=oysa_bir_omru_vard%FD_herkesin...