26 Oca 2011

Ya innovasyon yaparsın ya da yok olursun. Bu kadar net ve bu kadar basit!

Para kazandıran yenilikçi fikirler

SABANCI’YA DA İNNOVASYON
İster pasaj içinde kunduracı olun, ister sanayi mahallesinde Nazilli pidecisi, isterseniz Sabancı Holding şirketi, hepiniz şu gerçeklikle aşina olmak zorundasınız: Ya innovasyon yaparsın ya da yok olursun. Bu kadar net ve bu kadar basit! 

Geçen haftaki yazımı okuduysanız, şirketlerin başarısı için innovasyon konusunu bilmenin çok gerekli olduğunu vurgulamıştım. İnnovasyon, size para kazandıracak olan tüm yenilikçi fikirlere verilen isim. Buna dilerseniz yenilikçilik de diyebilirsiniz ama bence innovasyon kelimesini kullanmak daha iyi. Geçen haftaki yazımda temel olarak şunları söylemiştim: 
1. Tüm ürünler ve hizmetler giderek birbirlerinin aynısı olmaya başladı
2. Bunun sonucunda da fiyatlar düştü, kârlar azaldı 
3. Kârlılığı yeniden yakalamanın yolu bu durumda aynı olmaktan kurtulmaktan, yani farklı olmaktan geçiyor
4. Farklılaşmak ise ancak ve ancak innovasyonla mümkün. 
O nedenle ister pasaj içinde kunduracı olun, ister sanayi mahallesinde Nazilli pidecisi, isterseniz Sabancı Holding şirketi, hepiniz şu gerçeklikle aşina olmak zorundasınız: Ya innovasyon yaparsın ya da yok olursun. Bu kadar net ve bu kadar basit. 

GİRİŞİMCİ KÖYLÜ KADINLAR
Ama ne var ki, pek çok kimse innovasyon konusuyla yeterince ilgilenmiyor. Bunun iki sebebi var. Birincisi, daha henüz pek çok şirket sahibi veya yöneticisi kurtuluşun burada olduğunun farkında değil. 
İkincisi; farkında olanlar da innovasyonun yüksek teknolojiyle ilgili bir şey olduğunu zannediyor, bu kavramı Ar-Ge ile bağdaştırıyor ve haliyle de kendisine uzak bir kavram olduğuna karar verip es geçiyor. Bu çok yanlış bir bakış açısı. İnnovasyonun teknolojiyle ilgisi oladabilir, olmayadabilir. iPhone ve iPad teknolojik innovasyonlardır. Ama size bu sayfada daha önce anlatmış olduğum Hindistan’da Unilever şirketinin köylü kadınları girişimci yapıp yepyeni bir pazarlama ağı kurması ve bu sayede satışlarını yüzde 35 arttırması hiç de teknoloji içermeyen bir innovasyondur. 
Uzun lafı kısaltayım: İnnovasyon her şirketin yapmak zorunda olduğu ve o nedenle “bunu nasıl yapabilirim” sorusunu kendisine ciddi ciddi sormak zorunda olduğu çok önemli bir konudur. Zira fiyat baskısından kurtulmanın ve kârlılığı yeniden yakalamanın yolu innovasyondan geçer. Bakın, iPad tablet bilgisayarlarının üzerinde hiçbir fiyat baskısı yok. Adam istediği fiyatı koyuyor ve ürün buna rağmen yok satıyor. Neden? Çünkü çok iyi bir ürün ama eşi benzeri yok. Harika bir innovasyon. İnnovasyon iyi para kazanmanın en geçerli yoludur. O nedenle, küçük olsun büyük olsun her şirket bu konuyu öğrenmelidir.

FİKİR DERYASINDA BOĞMAM!
Şimdi diyeceksiniz ki “Hocam güzel söylüyorsun da bu işin neresinden başlayacağız, nasıl yapacağız. Anlattığın derya gibi bir konu, bunu nasıl ele avuca sığdıracağız?” Çok haklısınız, innovasyon gerçekten de derya gibi uçsuz bucaksız bir konu. O yüzden de kavraması zor. Ama ben bugün size bu innovasyon konusunu küçük parçalara bölüp öyle anlatayım, bakın o zaman anlaşılması da, uygulamaya yönelik fikirler oluşturması da nasıl kolaylaşıyor. İnnovasyon dediğimiz zaman tek bir tür innovasyon düşünmemelisiniz. Çok değişik innovasyon türleri var:
> Yeni Ürün İnnovasyonu
> Alt Pazar İnnovasyonu
> Uygulama İnnovasyonu
> Süreç/Operasyon İnnovasyonu
> Deneyim İnnovasyonu
> Pazarlama İnnovasyonu
> İş Modeli İnnovasyonu
> Talep İnnovasyonu
Gördüğünüz gibi innovasyonun illa ki yeni teknolojiyle ilgisi olacak diye bir şey yok. Ayrıca innovasyon illa ki yeni bir ürün geliştirmekle ilgili diye bir şey de yok. Çünkü çok değişik alanlarda innovasyon yapmanız ve bunun sonucunda farklılaşıp daha güzel para kazanmanız mümkün. Dilerseniz buyurun listeden bazılarını açıklayayım ve örnekleyeyim...


IPAD İSTEDİĞİ FİYATA YOK SATIYOR
Bakın, iPad tablet bilgisayarlarının üzerinde hiçbir fiyat baskısı yok. Adam istediği fiyatı koyuyor ve ürün buna rağmen yok satıyor. Neden? Çünkü çok iyi bir ürün ve eşi benzeri yok. Harika bir innovasyon.

Kıssadan HİSSE
Gördüğünüz gibi innovasyon herkesin yapabileceği bir şey ve kesinlikle teknolojiyle alakalı olacak diye bir kural yok. Ayrıca innovasyon illa ki yeni bir ürün icat etmekle ilgilidir diye de bir kural yok. İnnovasyon, size farklılık getirecek ve kazancınızı yükseltecek tüm yeni fikirlere verilen isim. İşte tüm bu anlattıklarım, ne kadar farklı alanlarda yeni fikirler geliştirebileceğinizi örnekliyor. İnnovasyon olmadan güzel para kazanamazsınız. O nedenle innovasyon konusunu çok iyi öğrenmek zorundayız!

1- Yeni ürün innovasyonu
Piyasaya daha öncekilerden farklı ve müşterilerin çok seveceği bir ürün sunmak suretiyle farklılaşmak. Bu, en sık başvurulan innovasyon yöntemi ama genelde de en az etkin olanı. Bir cep telefonu şirketinin sürekli olarak piyasaya yeni ürünler sürmesi, otomobil firmalarının sürekli olarak yeni özellikler içeren modeller sunması gibi. Taklit edilebilirliği ne kadar yüksekse, ürün innovasyonun ticari başarıya katkısı o kadar düşük olur.

2- Alt pazar innovasyonu
Bence en büyük fırsat alanlarının olduğu bir innovasyon vadisi. Sizlere daha önce bu sayfada uzun uzun anlattım, “tüketici olmayanları tüketici yapmayı hedefleyin” diye. Bir piyasada, fiyatları karşılayamadığından, yani gelirinin yetersiz olduğundan ya da bilgi seviyesinin kifayet etmemesinden dolayı tüketici olarak yer almayan kişileri tüketici haline getirmek. Yani, gelir piramidinin alt taraflarını hedeflemek. Bu alan son yıllarda en cazip fırsatlar sunan alan. Örneğin tüm ucuz havayolu şirketleri bu fikir üzerine kurulu. BİM marketleri bu fikir üzerine inşa edilmiş. IKEA bu fikir üzerine kurulu. Bence her şirketin, kendi sektöründe bu tür bir tüketemeyen kitlesi olup olmadığına bakması ve bu tüketemeyenleri tüketici haline getirecek yeni fikirler, yeni iş modelleri düşünmesi lazım.

3- Süreç innovasyonu
Buna operasyonel innovasyon demek de mümkün zira bir iş yerindeki operasyonları yeniden tanımlamak suretiyle maliyetleri düşürmek ve verimliliği arttırmak amaçlı bir yenilikçilik. Az önce bahsettiğim tüm ucuz havayolu şirketleri operasyonel innovasyonlar yapmak suretiyle kârlı birer iş modeli haline gelebilmiştir. Mesela easyJet havayolu firması operasyonları şu şekilde basitleştirmek suretiyle full-servis havayolu şirketlerinin karşısına ciddi rakip olarak çıkabilmiş: Tek tip uçak kullanarak stok maliyetleri, hostes ve pilot maliyetlerini kısmak; noktadan noktaya kısa mesafeli uçuşlar yoluyla, uçuş maliyetlerini azaltmak; uçak içi ikramı kaldırmak ve dileyene parayla satmak; yüksek kapasite kullanımı, yani koltuk aralarını daraltarak daha fazla koltuk yerleştirmek; hızlı dönüşüm zamanı, yani yolcu indirme ve bindirme zamanını asgariye indirip uçağın havada kalış süresini arttırarak havaalanı maliyetlerinden tasarruf etmek; seyahat acentelerini tamamen devre dışı bırakmak ve biletleri yalnızca kendi satmak suretiyle operasyon maliyetlerinde %25 tasarruf etmek; hiç bir surette kağıt bilet vermemek, bunun yerine sadece bir bilet satış kod numarası vermek; internet üzerinden doğrudan satışları teşvik etmek ve bu suretle de maliyetlerde çok ciddi azalmalar sağlamak. Bu örnekten hareketle, her sektörde her şirket, süreçlerine easyJet gibi radikal gözlüklerle bakarak yepyeni fikirler geliştirebilir ve verimliliğini arttırıp maliyetlerini inanılmaz azaltabilir. Hatırlayın, innovasyonu nasıl tanımlamıştık: Para kazandıran yenilikçilik. Maliyetleri azaltmak para kazandırmaz mı?

4- Deneyim innovasyonu
Bu da daha henüz yeterince tüketilmemiş olan bir innovasyon alanı: Müşterilerinize başka bir rakipte görmedikleri bir alışveriş deneyimi yaşatmak ve bu sayede sizin dükkânınızı tercih etmelerini sağlamak. Ünlü kafe zinciri Starbucks bu mantık üzerine kurulmuş olan bir şirkettir ve çok uzun yıllardır bu “sıradışı kahve içme” deneyimi sunmak sayesinde başarılı olmuştur. Deneyim; müşterilerinizin sizin sattığınız ürünle ilişkilerinde sizin ürününüzün onlar üzerinde yaratacağı etkiye verilen isim. Bu etki sıradan bir ürün kullanıyormuş hissi gibi ‘nötr’ bir etki olabileceği gibi, çok olumsuz bir tepki şeklini de alabilir, şaşkınlık ve hayranlık uyandıracak bir tepki şeklini de. Bu durumda gerek nötr veya olumsuz, gerekse hayranlık ve şaşkınlık yaratan tepkilerin tümü müşteri üzerinde yaratılmış olan farklı deneyimleri ifade eder. Burada aslolan, sizin ürün veya hizmetinizle ilgili tüm tüketim aşamalarında müşterinizin hayranlık ve ‘başka yerde yok’ izlenimi edinmesini sağlayabilmektedir. İşte bu çok olumlu izlenimleri oluşturabilmek ancak ve ancak müşterinize kolay unutamayacağı deneyimler yaşatmak suretiyle mümkün olabilir. Ama bu deneyimlerin neler olması gerektiğini belirlemek asıl yaratıcılık, asıl girişimcilik meseleleridir. Sıradan olmayan, daha önce kolay kolay kimsenin aklına gelmeyen ama yaşandığında müşterinizi şaşkın bir hayranlık içinde bırakan yaratıcı yeni deneyimler, farklılaşmanızın en önemli silahları olabilir. Şimdi sorun kendinize, sizin pideci fırınınız böyle unutulmaz deneyimler yaratıyor mu? Pasaj içindeki kundura mağazanıza gelen müşteriler bu tür duygularla mı ayrılıyor? Eğer bu konu ilginizi çektiyse, önümüzdeki hafta biraz daha detaylı ele alacağım.

5- Pazarlama innovasyonu
Müşterinizle yepyeni ilişkiler kurmak için daha önce kimsenin aklına gelmeyen, ya da başka sektörlerde uygulanıp da sizin sektörünüzde hiç denenmemiş pazarlama etkinliği fikirleri geliştirmek... Geçtiğimiz yılbaşı öncesinde Penti çoraplarının İstanbul Suadiye’deki mağazalarının önündeki küçük bahçeye bir yılbaşı ağacı dikip onu ışıklarla süslüyorlar, üstüne dilek ağacı yazıyorlar. Mağaza içine bir sehpanın dört tane kutu koyuyorlar, her birinde de farklı renkte birer kurdele. Örneğin mavi kurdele para, sarı kurdele sağlık, kırmızı kurdele aşk falan gibi şeyleri temsil ediyor. Bizim millet sığırcık kuşları gibi bu ağacın etrafına toplanıp dilek kurdelesi bağlıyor. Bunun için de dükkâna girip farklı kurdelelerden birini alıp dışarı çıkıyor. Şirket fikrin bu kadar sevildiğini görüp bu kez ağacın boyutunu küçültüp sehpayla birleştirerek, bahçesi olmayan ve AVM’lerde yer alan mağazalara da bu küçük dilek ağaçlarından koyuyor. Aynı kıyamet bu sefer AVM’lerde kopuyor. Binlerce insan süs ağaçlarına kurdele bağlıyor. Bu sayede de mağazalara girip çıkan insan trafiği inanılmaz artıyor. Bu çok başarılı ve sıradışı pazarlama innovasyonu için harcanan parayı sorarsanız, lafı bile edilmeyecek kadar cüzi. Ama pazarlama etkinliği olarak inanılmaz güçlü bir etkinlik oluyor.

6- İş modeli innovasyonu
Bu konuda bu sayfada çok fazla yazdım çizdim. İş modeli innovasyonunu nasıl yapacağınıza dair bir reçete arıyorsanız size tavsiyem benim Eylül’de yayınladığım “Bana Bi Akıl Ver Hocam“ kitabını okumanız. Orada bu innovasyonu nasıl yapacağınız adım adım anlatılıyor. Ama derseniz ki “Hocam bu saatten sonra kim kitap okuyacak?”, o zaman size cevabım çok net: “İşiniz çok zor.” Çünkü artık yeni bilgiler ve yeni metotlar öğrenmeden kazançlı ticaret yapmak mümkün değil. Eski çamlar bardak oldu. Oturduğun yerden para kazanmak tarihte kaldı. Okuyacaksınız. Başka çaresi yok!


Prof. Dr. Arman KIRIM 
ak@tg.com.tr


http://www.turkiyegazetesi.com/makaledetay.aspx?id=477667



-

20 Oca 2011

"Beni dinlemeni istediğimde, bana öğüt vermeye başlıyorsun, senden istediğimi yapmamış oluyorsun."

Dinlemenin aslında ne kadar önemli olduğunu hiç düşündünüz mü? Uyumadığımız zamanın yüzde 80´ini iletişim kurarak, bunun yüzde 45´ini de başkalarını dinleyerek geçiriyoruz. Dinleme sizce nedir? Karşınızdaki konuşuğu sırada beklerken yaptığınız şey mi? Dinleme sessiz kalmak ve duymaktan çok öte bir şeydir. Dinleme konusunda uzman Dr. Lyman K Steil dinlemenin dört aşamadan olan bir süreç olduğunu söylüyor. Önce mesajı duyarız, yorumlarız, değerlendiririz ve cevap veririz.

Araştırmalar gösteriyor ki birçoğumuz söylenenlerin yaklaşık olarak yüzde 50´sini anlıyor, değerlendiriyor ve aklında tutuyor. İki gün sonra ise bunların sadece yarısını hatırlıyoruz. Yani sonuç olarak söylenenlerin sadece yüzde 25´ini idrak edip akılda tutuyoruz. İş yaşamında verimli dinlememe hem maddi hem manevi zararlara yol açabiliyor. Yanlış dinleme yüzünden kaybedilen zamanı ve tekrar yapılan işleri düşünün. İlişkide olduğumuz insanları verimli bir şekilde dinlememe ya da dinlemeyen insanlarla ilişkide olma, kişisel yaşamımızda da zararını görebileceğimiz bir durum. Hepimizin fikirlerimizi, ideallerimizi ve duygularımızı paylaşacak insanlara ihtiyacı vardır. Aksi taktirde yalnız ve izole edilmiş olduğumuzu hissetmeye başlarız. En iyi arkadaşlıkların temelinde iyi bir dinleyici olma yatar. Dinleyen insanlara daha fazla yakınlık duyarız çünkü onlar bizi dinler ve destekler. Neden dinlemiyoruz? Eğer karşımızdakini dinleme bu kadar önemliyse neden daha iyi dinleyiciler olamıyoruz? Dinleme zorluğu çekmenin altında yatan neden aslında fizyolojik. Dakikada 400-600 kelime dinleme kapasitesine sahipken konuşma kapasitemiz yaklaşık 125 kelime. Bu da bize karşımızdaki kişi konuşurken başka şeyler düşünme fırsatı veriyor. İyi bir dinleyici olmamamızın en önemli nedenlerinden biri de yetersiz eğitim. Okullarda çocuklara okuma, yazma ve konuşma öğretiyoruz. Yetişkinler hızlı okuma, topluluk önünde konuşma gibi kurslara katılıyorlar. İletişimi artırmak için yaptığımız bunca çabanın yanında, iletişimin en önemli unsurlarından biri olan dinlemeyi nedense unutuyoruz.

Başka bir neden de karşımızdakinin beklentisini yanlış anlamamızdan kaynaklanıyor olabilir. Bazen karşımızdakini dinlemek istemeyiz çünkü problemlerini çözmemizi istediklerini zannederiz. Elbette ki bunun geçerli olduğu durumlar da vardır. Yakın çevreniz maddi ya da manevi problemlerinde sizden yardım isteyebilirler. Ya da işyerindeki çalışma arkadaşınız onu desteklemenizi isteyebilir. Ancak genelde insanlar sadece fikirlerini ve duygularınız bizimle paylaşmak isterler. Tek istedikleri onları anlamamızı ve neler yaşaklarını bilmemizdir. Ünlü yazar ve psikolog Leo Buscaglia, bu durumu şu cümlesiyle açıklar: “Beni dinlemeni istediğimde, bana öğüt vermeye başlıyorsun, senden istediğimi yapmamış oluyorsun.” Bazen insanlar sadece onu dinlememizi isterler, fazlasını değil. Kendimizi karşımızdakinin yerine koyarak onun neler hissettiğini anlamak empati göstererek dinleme olarak bilinir. Karşımızdakinin ne hissettiği hakkında düşündüklerimizi söylemek onu dinlediğimizi ve anladığımızı gösterir. İşinde terfi alan çalışma arkadaşınıza “Çok heyecanlı olmalısın” demeniz gibi... Dinleme stilinizi çeşitlendirin İyi bir dinleyici olmadan önce esnek bir dinleyici olmanız gerekiyor. Başka bir deyişle konuşmacıya, konuya ve duruma göre değişik dinleme tarzlarının olması çok önemli.

Dinleme nedeniniz nedir? Nedeniniz dinleme tarzınızı da belirleyecektir. Zevk için mi, fikir alışverişi için mi, bilgileri değerlendirmek için mi yoksa empati göstermek için mi dinliyorsunuz? Bunlar dinlemenin dört ana nedenidir.

İşinizle ilgili bir semineri televizyonda seyrettiğiniz bir show programını izler gibi seyrediyorsanız, o seminerden fazla yarar sağlayamayabilirsiniz. Aynı şekilde pahalı bir satın alma için satış elemanını, arkadaşınızın problemleriniz dinler gibi dinlemezsiniz. Siz nasıl bir dinleyicisiniz? Dinleme alışkanlıklarınıza bir göz atmak iyi bir dinleyici olmanın ilk adımıdır. Birçoğumuz dinlerken pek çok hata yapıyoruz. Bu nedenle aşağıdaki hatalardan birçoğunu kendinizde görürseniz şaşırmayın. Taraflı dinleyici Taraflı dinleyici aslında dinlemez. Sadece susmuştur ve ne söyleyeceğini düşünüyordur. Karşı taraf ne derse desin onun kafasında söyleyecekleri bellidir, sadece onları toparlamaya çalışıyordur. Bazen taraf tutma önyargıya dönüşebilir. Sırf karşımızdakini yaşı, aksanı, mesleği ya da pozisyonu nedeniyle dinlemiyor olabiliriz. Kendinize önyargılarınızın dinlemenizi etkileyip etkilemediğini sorun. Herkese karşı adil olmalı, önyargılarınızın karşınızdakini dinlemenizi etkilemesine izin vermemelisiniz. Kafası dağınık dinleyici Hepimiz değişik zamanlarda bu kategoriye gireriz. Kafası dağınık dinleyiciler, iç ve dış etkenlerin araya girip karşısındakini dinlemesine engel olmasına izin verirler. Ancak iyi bir dinleyici önce kendini hazırlar ve konuşmacının söylediklerine odaklanır, dinlemeye engel olacak herhangi bir şeyin konuyu bölmesine izin vermez. Eğer böyle bir ortam mümkün değilse, konuşmayı başka bir zamana ertelemelisiniz, böylece karşınızdaki sadece kendisine yöneltilecek, gereken ilgiyi almış olur. Dinlemeyi engelleyen dış bir etkense, bunu halletmek iç etkene göre daha kolaydır. Konuşmayı bölecek ortamdan uzaklaşarak sessiz bir odaya geçerseniz kolayca bu problemi halletmiş olursunuz. Sabırsız Dinleyici Bu tür dinleyiciler genellikle karşısındakinin sözünü durmadan kesen, söyleyeceklerini tamamlamalarına izin vermeyen dinleyici türüdür. Bu tarz bir dinlemeyi alışkanlık haline getirmek çok kolaydır. Eğer insanların yavaş konuşmaları sizi çok fazla rahatsız ediyorsa, siz de büyük ihtimalle sabırsız bir dinleyicisiniz demektir. Sabırlı bir dinleyici olmak istiyorsanız, karşınızdakinin söylediklerini bölmemeye çalışın. İlk başlarda çok zor gelebilir, ancak iletişimin daha verimli olduğunu göreceksiniz. Unutmayın, siz insanlara bu nezaketi gösterirseniz onlar da sizi dinleyeceklerdir. Pasif Dinleyici Pasif dinleyici dinlemenin aktif bir süreç olduğunun farkında değildir. Böyle bir dinleyiciyle karşı karşıyaysak, onun söylediklerimizi anlayıp anlamadığından hiçbir zaman emin olamayız. Çünkü söylediklerimiz konusunda ya hiç ya da çok az yorum veya geribildirim alırız. Bu da birçok iletişim problemine yol açabilir. Pasif dinleyiciyle telefon konuşması, yüz yüze konuşmadan daha da zordur. Genellikle söylediklerinizden sonra derin bir sessizlik olur. Eğer telefonda konuşurken, karşı taraftaki “Orada mısın?” diye soruyorsa iletişiminizde problem var ve dinlediğinizi karşı tarafa hissettiremiyorsunuz demektir.

Eğer pasif dinleyici olma eğiliminiz varsa, karşınızdakine daha fazla dinlediğinizi gösterin ve söylediklerine cevap vermeye çalışın. Yüz yüze konuşmalarda, hafifçe öne eğilin, göz kontağı kurun, gerektiği yerde başınızı sallayarak onaylayın ve gülümseyin. Hem yüz yüze konuşmada hem telefon konuşmanızda, ara sıra konuşulanları dinlediğinizi gösterecek onaylama kelimeleri kullanın. Dinleme yeteneğiniz gelişmiş mi? Dinleme yeteneğinizin biraz gelişmesi gerektiğini düşünüyor olabilirsiniz. Bu alışkanlıklarınızı bir gecede değiştiremeyeceğiniz için, daha iyi bir dinleyici olmak istiyorsanız hayatınız boyunca biraz çaba göstermelisiniz.

Unutmayın ki, dinleme, önemli bir iletişim aracıdır. Hiçbirimiz mükemmel bir dinleyici olamasak da, dinleme yeteneğimizi olabildiğince geliştirebiliriz.


Kaynak: http://www.yetenek.com/articles_detail.asp?id=771

12 Oca 2011

17 bin kişilik dev kurum bir günde yön değiştirme kararı alıyor.Ya sen! kendi kendinin A.Ş.yön.krl.başkanı olan

Yol çatal olunca çifte bahis oynayacaksın!

ESKİDE DİRENEN ÖLÜR!
Sektör radikal bir dönüşümün eşiğindeyken bu ‘geçişi’ fark etmeyip, eski sektör kuralları üstüne oynamaya devam etmek öldürücü kuvvette bir geçiş riski.

Bu hafta aslında birkaç gün önce açıklanan Türkiye’nin Sanayi Stratejisi konusunda birkaç kelam etmek istiyordum, ama madem stratejik risk konuları dizisine başladık, dizinin bu bölümünü atlarsak olmaz deyip yine stratejik risk konusuna devam etmeye karar verdim. Sizlere daha önce de söylemiştim:
Stratejik risk konusunu daha önce hiç biriniz duymadınız ve bu konuda fikir alabileceğiniz tek kaynak bu sayfa. Başka hiçbir yerde yok. O nedenle bu konu hakkında yazdıklarımı eğer kaçırdıysanız, gazetenin internet arşivinde geriye doğru gidip eski yazdıklarımı okumanızda ciddi yarar var. Benim kendi sitemde de eski yazılarımı bulabilirsiniz (www.armankirim.com).

Bugün anlatacağım stratejik risk kavramı belki de kavram olarak hiç karşınıza çıkmadı. Ama realite olarak bu riski çok fazla işletme bir şekilde yaşadı, hatta bu riski yönetemedikleri için batıp yok olanlar fazlaca oldu. O nedenle adına “Geçiş Riski“ dediğimiz risk türünü özellikle bugünün yüksek tempolu değişim dünyasında bilmemek yok olmaya namzet olmak demek. Peki, nedir bu geçiş riski? Tanımı şöyle: Sektörünüzde radikal dönüşümler ya yeni bir teknolojiye, ya da yeni bir iş modeline geçişle yaşanır. Bu radikal dönüşümleri zamanında yakalayamazsanız yok olmak kaderinizdir. İşte geçiş riski bu dönüşümü kaçırma olasılığınızla ilgili bir risk.

Bakın geçen hafta ABD’nin Las Vegas kentinde dünyanın en büyük tüketici elektroniği fuarı vardı. Fuardan haber geçen tüm yabancı TV’ler ve bizim gazetelerden belli başlılarının ortak olarak üzerinde durdukları en önemli haber, Apple firmasının iPad ürününün izinden, Samsung, Blackberry, Dell gibi şirketlerin yeni tablet bilgisayarlarının piyasaya çıktığı ve çok yakında Microsoft firmasının da kendi tablet bilgisayarını tanıtacağı haberiydi. Yani Las Vegas elektronik şovu tüm bilgisayar endüstrisine çok önemli bir şeyi gösteriyordu: Tablet PC’ye geçiş dönemi başladı. Eğer bilgisayar işindeysen, ya bu geçişte yerini alırsın ya da yok olursun mesajı çok açık geliyordu. Ama kime? Anlayana. Kimi firmalar eminim bu konuya şöyle bakacak: “Abi biz bu sektörde daha neler neler gördük...Bu geçici bir heves, o nedenle bizim sazan gibi tablet PC işine atlamaya niyetimiz yok. Hele yapsınlar bakalım, hep beraber görürüz”. İşte bu büyük bir risk. Sektör radikal bir dönüşümün eşiğindeyken bu ‘geçişi’ fark etmeyip, eski sektör kuralları üstüne oynamaya devam etmek öldürücü kuvvette bir geçiş riski.

Eğer güzel yurdumda örneğin beyaz eşya-elektronik bayisi iseniz, ya da küçük kitapçıysanız, bu risk sizin için de geçerli. Geçiş riski bugün artık pek çok sektörde karşımızda. Ama bizler ne böyle bir risk kavramından haberdarız (tekrar söylüyorum, memlekette tek bir Allah’ın kulunun böyle bir risk kavramından haberi yok), ne de -haliyle- bu riski nasıl yönetileceğiyle ilgili stratejilerden. Eğer konuyla ilgilendiyseniz, meseleyi biraz daha detaylandırayım ve size rehberlik edecek önerilerimi sunayım. 


Microsoft’ta yol çatal oluyor

17 bin kişilik dev Microsoft şirketi bir günde yön değiştirme kararı alıyor.
Daha doğrusu çatallaşan yolun her ikisinden de gitme kararı alıyorlar: Windows’u kesinlikle bırakmayacaklar ama internette kesinlikle bir numara olacaklar. 

Bir meseleyi anlatmanın bence en güzel yolu, onu hikâyeleştirmek. O yüzdendir ki ben de sizlere birkaç haftadır hikâyeler anlatıyorum. Aranızda “adam sürekli hikâye anlatıyor” diyenler olabilir. Olsun, çünkü ben bile bile hikâye anlatıyorum. Bu hikâye Microsoft firmasıyla ilgili. Olay 1994 yılının Mayıs ayında, Microsoft yöneticilerinin Cornell Üniversitesinde eleman bulma ziyaretleri sırasında kıvılcım alıyor. O sıralar Microsoft şirketinin en önemli stratejisi Windows sistemini tüm dünyada de facto standart haline getirmek. Şirket bu amaçla, o dönemde harıl harıl Windows 95 yazılım üstünde çalışmakla ve özellikle de 1990 yılındaki Windows 3.0 lansmanından daha çarpıcı ve şaşalı bir lansman hazırlamakla meşgul. 

Ama ne oluyorsa, 1994 yılındaki Cornell üniversitesi ziyaretinde oluyor. Microsoft yöneticileri bu ziyaretlerinde öğrencilerin kampusta nasıl yaşadıklarını, bilgisayarları hangi amaçlarla kullandıklarını, nasıl iletişim kurduklarını da görmek istiyorlar. Ve çok şaşırıyorlar. Zira neredeyse herşeyin online (çevrimiçi) olduğunu hayretle gözlüyorlar: Ders programı, ders katalogları, öğrencilerin sohbet odaları, rock konserlerinin tarihleri vb. her şey online. İşin kötüsü, bu her şeyin online hale gelmesinde kullanılan yazılım Windows değil. O zamanlar kimsenin tanımadığı Mosaic isimli bir program üstünde çalışıyor (Mosaic sonradan Netscape adını alacak). Microsoft yöneticileri için o dönem hayat tamamen masaüstündeki bilgisayar ve onu çalıştıracak yazılımdan ibaret. Cornell öğrencileri içinse hayat web sitesi ve buna erişimi sağlayan Mosaic isimli program. Yani üniversite yurtlarında Windows neredeyse tamamen alakasız bir yazılım haline gelmiş bile. Ziyaretten suratları beş karış olarak dönüyorlar.
Ofise geri döndüklerinde üç yöneticiden biri, teknoloji asistanı Steven Sinofsky, kendi patronlarına durumun vahametini anlatmaya çalışıyor ama kimse oralı olmuyor. Zira Bill Gates Microsoft’un stratejisinin ne olduğunu yüzlerce defa tekrarlamış: Windows. Nokta. Tüm kurum buna odaklanmış durumda ve başka bir projeye bakabilecek hiçbir birim yok.
Çaresizlikten ve kaygıdan ne yapacağını bilemeyen Sinofsky son bir ümit diye Bill Gates’ bir e-mail atmaya karar veriyor. Postanın konu kısmında şu yazıyor: “Cornell internete geçmiş.Mektubunu tüm kıdemli yöneticilere de gönderiyor ve şunu söylüyor: Ortada bir alarm durumu var ve Internet Microsoft için çok ciddi bir tehdit oluşturmaya başlamış vaziyette.



E-postayı gönderdikten birkaç dakika sonra kapısında Bill Gates’i görünce Sinofsky şaşkınlıktan dilini yutuyor. Patron Sinofsky’i dinliyor ve konunun önemini anında idrak ediyor. Windows konusuna bu kadar odaklanmış olmasına rağmen bile onda da anında alarm zilleri çalmaya başlıyor.

Bill Gates bu haber karşısında şöyle de düşünebilirdi. “Netscape daha yeni kurulmuş bir şirket, oysa Microsoft bir dev. Yeni teknoloji şirketlerinin çoğu da zaten belli bir noktaya ulaşmadan batıyor. Yüzde 90 ihtimalle de bu Netscape şirketi batacak. O zaman son 12 ayda Windows’un son sürümünü düzeltmekle uğraşmış olan kurumun dikkatini başka yer çekmenin âlemi ne?” Ama o bunun yerine şöyle düşünüyor: “Öğrenciler artık çok farklı bir dünyada yaşıyor. Sadece Cornell’de değil, ülkedeki bütün üniversitelerde. Bunun için mutlaka acilen bir şeyler yapılmalı.” Yani Gates tehdidi ciddiye alıyor. Şöyle düşünün. Fabrikanızın içinde bu sene yangın çıkma ihtimali yüzde 1. O zaman fabrikayı sigorta ettirmeyelim diyebilir misiniz? 

İşte Bill Gates, bir yandan Windows’un yeni sürümünü hazırlarken diğer yandan da 7 Aralık 1995 tarihinde tüm ekibini toplayıp yeni bir savaş stratejisi planını açıklıyor: “İnternet artık bizimledir. Herşeyin içindedir. O nedenle de Microsoft bundan böyle yapacağı herşeyin içine interneti koyacaktır. Biz dünyanın lider browser’ini (Microsoft Internet Explorer) geliştireceğiz ve tüm ürünlerimizi internete uyumlu, ona hazır ve en iyisi haline getireceğiz.” 17 bin kişilik dev kurum bir günde yön değiştirme kararı alıyor. Daha doğrusu çatallaşan yolun her ikisinden de gitme kararı alıyorlar: Windows’u kesinlikle bırakmayacaklar ama internette kesinlikle bir numara olacaklar. Bu stratejiye “çifte bahis“ adı veriyoruz. Yani çatallaşan yolda her iki yolu da kullanmak. Sonuçta Microsoft kendisi için en büyük tehlike olan interneti, en büyük fırsat haline dönüştürüyor ve gerçekten de dev hızla gelişen piyasanın lideri oluyor.

Hikâyenin öğrettikleri
1. Başarınızın en yüksek olduğu an, tehlikeye en fazla maruz kaldığınız andır: Bu dönemler, en fazla uyanık, en fazla tetikte olmayı gerektiren dönemlerdir. Son 10 yılda geçiş riski teknoloji sektörlerinden tüm diğer sektörlere doğru hızla yayılmaya başladı. Örneğin beyaz eşya ve TV satışları münhasır bayilerden hızla elektro-market perakendecilerine kaymaya başladı. Yani egemen iş modeli değişmeye başladı. Demek ki, teknoloji firması olmayan tüm diğer şirketlerin de “çifte bahis“ stratejisini öğrenmesi ve benimsemesi gerekli ve elzem.

2. Bu, hem risk-yönetimi, hem de yeni büyüme fırsatları yaratma stratejisi olarak benimsenmelidir.

3. Ama herkes çifte bahis oynamayı bilmiyor: Risk ister yeni bir teknolojiden, isterse yeni bir iş modelinden gelsin fark etmez. Çifte bahis sizi bu tür risklerden koruma yönünde çok ciddi bir önlem. Aynı zamanda da yeni büyüme alanları yaratmanız yönünde. Ama ne var ki büyük şirketlerin geçiş risklerini yönetme karneleri çok zayıf. Son 30 yıl içinde başarılı geçiş yapabilmiş şirketlerin oranı %25’in altında. Bunları örnekleyeyim:
Mesela 20’nci yüzyılın ikinci yarısında bilgisayar teknolojisinde yaşanan ardı ardına geçişler güzel örnek teşkil ediyor. Tüm hesap makinesi şirketleri arasından sadece 1 tanesi (IBM) mainframe bilgisayara geçiş yapabildi. Sekiz mainframe bilgisayar üreticisinden (GE, RCA, BUNCH) sadece 1 tanesi mini-bilgisayar alanına başarılı geçiş yaptı (IBM). Altı tane büyük mini-bilgisayar şirketinden (HP, Wang, Prime, Data General, DEC ve IBM), sadece 2 tanesi PC’lere başarıyla geçiş yapabildi (IBM ve HP).

Motorola şirketi de 1997 yılında çok kritik bir çatalla karşılaştı: Analog karşısında dijital teknoloji. O sırada rakip şirket olan Nokia, tüm diğer iş kollarından (kereste, kauçuk, otelcilik vs.) çıkmış ve tamamen mobil telefonlara odaklanmaya karar vermişti. Ayrıca Nokia hızla dijitale dönüşüyordu. Motorola içindeki pek çok kişi aslında şirketin bu geçişi yapması gerektiğine yürekten inanıyordu. Ama mobil telefon işinin tepe yöneticileri bu isteklere ısrarla sırt çevirdi. Bir kere, analog teknolojisine çok para yatırmışlardı. İkincisi, o dönemde dijital hakkında çok fazla belirsizlik vardı. Dahası, o sıralar Motorola çok başarılıydı. 1993-1996 arasında satışlar patlıyordu. Üstelik sadece satışlar değil, kâr ve hisse senedi fiyatları da hızla artıyordu. Şirket büyürken haliyle herkes işlere yetişmek amacıyla son derece meşgul olur. O sıralar stratejik risk deseniz, sizi dinleyecek kimse bulamazsınız. Bulamadılar da. Motorola 1997 yılında dijital üzerine çifte bahis oynamama yolunu seçti. Ve kaybetti. 2000 yılında Nokia, mobil telefonda dünya liderliğini ele geçirdi. Görüyorsunuz ki stratejik risk en başarılı olduğunuz zamanlarda çok daha yüksek olabiliyor.

Prof.Dr.Arman Kırım

10 Oca 2011

Etikette 'ŞEKERSİZ' yazıyorsa ASLA KULLANMAYI DÜŞÜNMEYİN BİLE



-


--- On Sun, 1/9/11, Gul Kaynak <gul.kaynak@THELIFECO.COM> wrote:

From: Gul Kaynak <gul.kaynak@THELIFECO.COM>
Subject: Etikette 'ŞEKERSİZ' yazıyorsa ASLA KULLANMAYI DÜŞÜNMEYİN BİLE
To:
Date: Sunday, January 9, 2011, 10:35 AM

Merhabalar!

 

Aşağıdaki yazıyı paylaşmak istedim, defalarca bu tarz şeyleri okusak da, etraftaki MS hastalığına yakalanan genç insan sayısı arttıkça, tekrarlamakta fayda var. Çok çok etkileyici bir yazı. Lütfen 5 dakikanızı ayırıp okuyun…

 

(Bu tarz bilgileri Twitter’da takip etmek isterseniz de yeni Twitter adresim: GulKaynak)

 

Sevgiler & iyi haftalar…

 

Gül Kaynak

 

Etikette 'ŞEKERSİZ' yazıyorsa ASLA KULLANMAYI DÜŞÜNMEYİN BİLE…

 

'NutraSweet', 'Equal' ve 'Spoonful' markaları ile pazarlanan 'ASPARTAM' hakkında DÜNYA ÇEVRE KONFERANSINDA birkaç gün konuşma yaptım. EPA'ya yönelik bir yazıda 2001 yılında Birleşik Amerika'da multiple sclerosis, MS, ve sistemik lupus salgını olduğu, hangi zehirin bunun yaygın hale gelmesine neden olduğunun anlaşılamadığı belirtilmişti. Ben ayağa kalktım ve tam bu konuda konferans vereceğimi söyledim.

Aspartam'ın neden bu kadar tehlikeli olduğunu açıklayayım:
 
Bu tatlandırıcının ısısı 86ºF seviyesine ulaşınca, aspartam içindeki metil alkol eformaldehite, sonra da formik aside dönüşüyor, bu da metabolik asidosise yol açıyor. Metanol zehirlemesi diğer koşulları açısından multiple sclerosis'e benziyor. İnsanlara yanlışlıkla multiple sclerosis teşhisi konuyor. MS ölüme yol açmazken metanol zehirlemesi öldürücü oluyor!
 
Sistemik lupus da neredeyse en az multiple sclerosis kadar yaygın hale geldi, özellikle Diet Coke ve Diet Pepsi içenler arasında ! Kurban genellikle suçlunun aspartam olduğunu bilmiyor. Kullanmaya devam ediyor, lupus da artık yaşamı tehdit edecek düzeye ulaşıyor. Diyet içecekleri bıraktıktan sonra sistemik lupus hastalarının asistematik hale geldiklerini gördük. Multiple sklerosis teşhisi konan hastalarda (aslında bunlar metanol zehirlenmesi hastaları idi) semptomları çoğu kayboldu. Görüş yeteneğinin geri kazanıldığı ve işitme duyusunun önemli ölçüde iyileştiğini gördük. Bu tinnitus vakalarında da geçerli idi.

Bir konferansımda 'Aspartam kullanıyorsanız (NutraSweet, Equal, Spoonful vs) ve fibromalji, spazmlar, ani ağrılar, bacaklarınızda uyuşma, kramp, vertigo, bulantı, baş ağrıları, tinnitus, eklem ağrısı, depresyon, endişe atakları, bozulan konuşma, bulanık görüş veya hafıza kaybı semptomlarından şikayetçiyseniz muhtemelen aspartam hastasınızdır.’ Konferans esnasında ayağa kalkan kişiler 'Bu semptomlardan bazıları bende de var' 'Bundan kurtulmak mümkün mü?' diye sordular. Evet! Diyet meşrubat içmezseniz ve gıda etiketlerinde yazılı aspartam kelimesine dikkat ederseniz, evet!

Çok ciddi bir sorunla karşı karşıyayız. Bir yabancı Bay Espisto'ya (konuşmacılardan birisi) ve bana geldi ve 'Neden bu kadar çok insanın MS derdi olduğunu bana söyleyebilir misiniz?' dedi. Bir hastaneye yaptığımız ziyaret esnasında bir hemşire ağır Diet Coke bağımlısı olan altı arkadaşının tümünde MS sorunu olduğunu söylemişti. Bu tesadüfün ötesinde bir durumdu!

Diet Coke ve Diet Pepsi vs. BU BİR DİYET ÜRÜNÜ DEĞİLDİR!
 
Kongre raporuna göre karbonhidrat birikimine neden oluyor ve sizi şişmanlatıyor. Formaldehit yağ hücrelerinde depolanıyor, özellikle kalça ve basenlerde birikiyor. Dr Roberts, bir kez bu ürünleri bırakınca ekstra spor vs yapmaksızın deneme süresi içinde 19 kilo kaybeden hastası olduğunu belirtiyor.

Aspartam özellikle şeker hastaları için tehlikeli. Hastalarında retinopati olduğunu düşünen hekimlerle konuştuk, aslında hastalarındaki semptomların nedeni aspartamdı.

 

Aspartam kan şekerinin kontrolden çıkmasına yol açıyor. Bu nedenle şeker hastası proteinde bulunan diğer amino asitler olmadan aspartik asit ve fenilalanin maddelerinin nörotoksik hale gelmesi nedeniyle hafıza kaybından şikayet ediyor. 

Aspartik asit ve fenilalanin kan beyin bariyerini aşıyor ve beyin nötronlarını harap ediyor, şeker hastalarında (şeker hastası olmayan hastalarda da) çeşitli tipte beyin hasarı, nöbet hali, depresyon, manik depresyon, panik ataklar, öfke ve şiddete neden oluyor (Körfez Savaşında savaşan kadın ve erkeklerin tükettikleri binlerce Diet Coke ve Diet Pepsi içinde bulunan aspartam iyi bilinen Körfez Savaşı sendromunun nedeni olabilir).

Dr. Roberts doğum arızalarına yani gebe kalma ve ilk gebelik döneminde tüketilmesi halinde zeka geriliğine neden olabildiği konusunda uyarıyor.

Çocuklar özellikle nörolojik bozukluklar açısından büyük risk taşıyorlar ve NutraSweet kullanmamaları gerekiyor.

NutraSweet'e bağlı olarak çocuklarda görülen nöbet hali ve diğer bozukluklara ilişkin çeşitli vaka bildirebilirim. Maalesef anneleri çocuklarındaki bozukluğun aspartama bağlı olduğu konusunda ikna etmek her zaman kolay olmuyor. Ancak deneme-yanılma metodu ile diğer anneleri çocuklarının sağlığını ellerinde tuttukları konusunda uyarabiliyor.
 
Şeker metabolizmasına (ki şeker hastaları için ideal) yardımcı olan ve SUNİ TATLANDIRICI OLMAYAN tatlı bir bitki olan Stevia FDA tarafından onaylanan bir diyet ürünüdür. MONSANTO'ya bağlı olduklarından FDA yıllarca bu tatlı gıdayı göz ardı etti. Bu konuda mevcut literatür: EXCITOTOXINS: THE TASTE THAT KILLS (Öldüren Tad) - Dr Russell Blayblock (Health Press)

 DEFENCE AGAINST ALZHEIMER'S DISEASE (Alzheimer Hastalığına Karşı Savunma) - Dr H J Roberts. ve Dr. Roberts aynı zamanda bir diyabet uzmanıdır. Bu iki hekim aspartamın öldürücü etkisini gösteren vakaların yer aldığı bir çalışmayı Internette yayınlayacaklar. American College of Physicians Konferansına göre 'bu ölümcül zehrin neden olduğu nörolojik hastalıklar salgınından bahsediyoruz.' Sorun bu: aspartamın 100 farklı üründe bulunduğuna dair Kongre tezleri mevcut. İlk tezden sonra peş peşe iki tez sunuldu, ana bir faydası olmadı. Hiçbir şey yapılmadı. İlaç ve kimyasal madde lobilerinin cepleri çok dolu. Bu madde halen beş binden fazla üründe bulunuyor ve HASTALAR TÜKENİYOR!!

Aspartamın kaşifi olan MONSANTO'nun bunun ne kadar öldürücü olduğunu bildiğinden eminim. Birçok kuruluşun yanı sıra Amerikan Diyabet Derneği, Amerikan Diyetetik Derneği, Amerikan Tıp Fakültesi Konferansına fon sağlıyorlar. Bu New York Times gazetesinde yayınlandı, ama bir faydası olmadı. Bu dernekler herhangi bir katkı maddesini tenkit  edemiyorlar veya MONSANTO ile bağlantılarını açıklayamıyorlar çünkü gıda sanayiinden para alıyorlar ve ürünlerini desteklemek zorundalar.

Senatör Howard Hetzenbaum tüm bebek, hamileler ve çocukları aspartamın tehlikeleri hakkında uyaran bir yazı yazdı. Bu yazıda toplumda mevcut sorunlar (nöbet hali, beyin kimyasında meydana gelen değişiklikler, nörolojik ve davranış bozuklukları; semptomlar) hakkında yapılan bağımsız çalışmalar da yer alıyordu. Bu yazı güçlü ilaç ve kimya lobileri tarafından yok edildi, böylece herhangi bir şüphe taşımayan insanlar hastalık ve ölüm karşısında çaresiz kaldılar.

--

Nilgun Ozer, Ph.D.

Director, Student Resource Center
Director, MESA Engineering Program
San Francisco State University
1600 Holloway Ave., SCI 250
San Francisco, CA 94132
Phone: 415/ 338-1328
Email: mnozer@sfsu.edu

 

Yazan: Petra Holzer

 

 

 






9 Oca 2011

Kararlılık mı yoksa inat mı ?



İnadı bırakın!

“İnat aynı hatalı yöntem de ısrar etmektir. Kararlılık, amaca ulaşmak için farklı yöntemleri denemektir.  Bir şeyin türlü denemelere rağmen olmadığını görünce vazgeçmek erdemdir.”

Melih Arat

Kararlılık ile inatçılık çoğu zaman birbirine karıştırılan iki kavramdır. İnatçılığın olumsuz bir anlamı da olsa, her şeye rağmen içindeki kararlılık unsuru dolayısıyla hoşuma giden bir yanı vardır. Ancak ne kadar hoşuma gitse de, inatçılığın içinde akılcılığın bulunmaması, bu tutuma beslediğim hoşgörünün çabuk bitmesine yol açar. Öncelikle inatçılığı bir tanımlamaya çalışayım. İnatçılık amaca ve yönteme aşırı bağlılığın sonuca yarar sağlamadığı halde gösterilen ısrardır. Bu konuda halk arasında verilen en güzel örnek keçi inadı sözüdür. Meşhur öyküdür; iki keçi ağaçtan bir köprüde karşılaşmışlar ve her ikisi de diğerine yol vermediği için köprünün orta yerinde kilitlenmişlerdir. Bu tür bir inat, her iki keçinin de hiçbir zaman esas amaçlarına –köprünün diğer ucuna geçme amaçlarına- ulaşmalarına engeldir.  Çocuklar kendilerini sıklıkla çıkmaza sokacak şekilde inatlaşırlar. Bunu giymeyeceğim, bunu yemeyeceğim gibi aslında inat etmenin belirli bir işlevi gerçekleştirmeyeceği konularda ısrarlı olabilirler. Özellikle sadece erişilebilir tek bir kıyafet varsa, bunu giymeyeceğim demek anlamsızdır. Aynı şekilde inatçı biriyle başa çıkmanın yolu da basittir; ona yol vermek. Eğer tek şeritli bir köprüde ben bir keçiyle karşılaşırsam, geriye gitme pahasına hemen yol veririm. Çünkü aksi takdirde çok zaman kaybedeceğimi ve bu inadın bir işe yaramayacağını bilirim. Buradan anlaşılacağı üzere karşılıklı inatlaşma bir tür tuzaktır.

Kararlılık inatçılıkla ne kadar karıştırılsa da, oldukça farklıdır. Kararlılık, amaca ulaşmak için önümüze çıkan engellere rağmen farklı yöntemler kullanma konusunda ısrarlı olmaktır. Diyelim ki biz bir satıcıyız; bir fabrikaya bir makine satmaya karar verdik. Teklifi yazılı olarak gönderdik; ama bize bu makineyle ilgilenmediklerini bildiren bir mektup gönderdiler. Şimdi bu yazıyı okuduk, anladık ki bu fabrikadan iş çıkmayacak. İşte kararlılık burada devreye giriyor. Eğer biz yazıya rağmen fabrikadaki satın alma müdüründen randevu alarak bir kez de derdimizi sözlü anlatıyorsak, bu bizim kararlı olduğumuzu gösterir. Eğer bu görüşmede sonuç vermezse fabrikanın üretim müdürüyle iletişime geçmek ve onu bizim makinelerimizin kullanıldığı bir fabrikaya götürmek yine kararlılıktır. Bu da işe yaramazsa bizim fabrikanın genel müdürünü, diğer fabrikanın genel müdürüyle görüştürmek yine kararlılıktır. Dikkat ederseniz verdiğim örnekte amaç aynı ama yöntem farklıdır. Bazen de kararlılık aynı yöntemi farklı zamanda uygulamak anlamına gelir. Aynı yazılı teklifi her üç ayda bir tekrar yaparsınız, hiç beklenmedik şekilde 24 ay sonra malı satarsınız. Değişen nedir? Koşullar değişmiştir; belki satın alma müdürü değişmiştir; belki mevcut kullanılan makinelerden şikayet etmeye başlamışlardır.

Kararlılık her zaman da çok da yararlı değildir; bazen pes etmeyi de bilmek gerekir. Örneğin, iki yıl boyunca iş bulamayan çok sevdiğim değerli ve yeterli bir arkadaşıma, bu iş arama sürecine son vermek için kendisine bir tarih koymasını tavsiye etmiştim. İşsiz kaldığı ilk andan itibaren 30 ay içinde iş bulamayacak olursa kendi işini kurmak için çaba harcamasını önerdim. Şimdi kendi gelirini kazandığı ve çok mutlu olduğu bir işi var. Genç bir işadamı dostum da belirli bir işi tutundurabilmek için çok uğraşmıştı. Yukarıda verdiğim örnekte olduğu gibi defalarca farklı yöntemleri denemişti. Kararlılığın sizden en çok alıp götürdüğü şeyler zaman, umut ve enerjidir. Onun için üç kaynağında sonuna gelmeden amacı değiştirmek gerekir. Ona da aynı öneride bulunmuştum. Kendine bir tarih koy ve bu tarihe kadar hiçbir netice alamazsan bu uğraştan çık.

Kararlılık gösterilmesi gereken süre bazen üç yıldır; bazen de on üç yıldır. Bu sürenin ne olması gerektiği amacın, projenin doğruluğuna, sizin için önemine ve koşullarınıza bağlıdır.

 

__._,_.___


8 Oca 2011

Dur bir dakika! Bağımlılık mı ya da özgürlük mü bu yaşadığım........

İnsan yanılgıları arttıkça sorumluluklarından kurtulmayı özgürlük zannetmeye başlar. Sorumluluklarından kurtulmayı başarmak özgürleşmek demek değildir oysa. Bir horoz sabah erken ötmekten kurtulduğu zaman daha özgür bir horoz olmaz; işe yaramayan bir horoz olmaya başlar. Bir elma ağacı elma üretmekten vazgeçtiği zaman daha özgür olmaz; işe yaramayan bir ağaca dönüşür. İnsanlarda da bu böyledir; Bir insan, rolüne ait sorumluluğu almayı reddedebildiğinde daha özgür olmaz; o konuda problem çıkartan insan olmaya başlar. Yani,
bir baba, baba olmanın sorumluluğunu üstünden attıkça daha özgür olmaz; işe yaramayan bir baba olur. Bir anne, anne olmanın sorumluluklarını almadığı zaman özgürleşmeye değil, faydası olmayan bir anneye dönüşmüş olur. Evin çocuğu büyümenin sorumluluğundan kaçtıkça özgürleşme derecesi artmaz; aksine birilerine yük olması artar.


İnsan yanılgıları arttıkça sınırsızlığı özgürlük zannetmeye başlar. Bu bakış açısıyla hayata baktığımızda çelişkiye düşmemek kaçınılmazdır çünkü yeryüzünde böyle bir uygulama yoktur. Yeryüzünde hiçbir şey sınırsız bir hareket kabiliyetine sahip değildir. Her şeyin hareketi belirli ölçüler içerisinde gerçekleşir. Kolumuz sınırsız bir açıyla dönmez, güneş o kadar büyük olmasına rağmen yeryüzünü sınırsız bir ölçüde ısıtmaz. Yeryüzünde hiçbir şey kontrolsüzce ve sorumsuzca hareket etmez. İnsan hariç hiçbir şey, yetkisini ölçüsüz kullanmaz. İnsan dışındaki tüm canlı ve cansız varlıklar kendilerini kendileri yapan ölçü neyse ona göre hareket eder. Böyle bir ortam içinde insanın kendi ölçüsü içinde büyümeyi öğrenmemesi tuhaf kalır. Ölçüsüz ve sınırsız hareket etmek istemesi kendini tanımaktan uzak düşmesine sebep olur. Hem ruhsal olarak hem fiziksel olarak bozulmalar yaşar. 
Bu sebepten dolayı özgürlük sorumsuzca hareket etme hakkına sahip olmak demek değildir. Özgürlük ölçüsü olmayan bir kavram da değildir. Bütün ölçülerden, kurallardan arınmak da özgürlük değildir. 
Asilik demek değildir özgürlük…
Özgürlük gerçekte insanı olgunlaşmasına, büyümesine sebep olan bir kavramdır.
Her şeyi isteyebilmek değil, isteklerini kontrol edebilme gücüne sahip olabilmekle ilgilidir özgürlük...
Hayata en az yük olan, hayattan en az şeye ihtiyaç duyarak yaşayan en özgürdür...


Özgür insan bağımlılıklarına kavuşmayı savunan insan değildir,
“Bize özgürlüğümüzü geri verin” bize bağımlılıklarımızı geri verin demekse bu da özgürleşme hareketi değildir.
Uyuşturucu kullanabilmek özgürleşme hareketi değildir yani...
Bağımlılıkla özgürlük aynı yerde değildir çünkü...


Bilinci açıkken…
Her türlü bağımlılıktan uzakken… 
Özü hürken insan özgürdür…
Özü gürken insan özgürdür…
Kendi iç dünyası zenginken, dış dünyadaki zengin gösterici takılara bağımlı değilken insan özgürdür. 
İnsan dış dünyadaki takılarını azalttıkça, iç dünyasındaki gerçek takıları ortaya çıkar;
Kişiyi kendi yapan zenginlikleri…
Bu sebepten dolayı tüketime en az ihtiyaç duyan insan dış etkilerden en bağımsız olan insandır. 
Kendi iradesini kullanmaya yakınlaşan kişidir o…
Dış etkilerden kendisini koruyabildikçe, iç dünyasındaki etkisini yükseltir
Sahip olduklarımız bir gün elimizden gittiğinde duygusal krizlere girmemeyi başarabilmek özgür olabilmekle mümkündür. Çünkü hayat hiçbir şeyin tüketim hakkını insana sonsuza dek vermez,
İnsanın kendi yaşamı bile sonludur
Nefesi…
Bedeni…
Canı bile… 
Bunlar çok kıymetlidir ama hayattaki hiçbir şey “o” olmazsa hayatta olmaz boyutunda bir değere sahip değildir… Çünkü hayatın anlamı tükettiklerimizde değildir… Sahip olduğumuz her şey bir süreliğine bizdedir…
Bir süreliğine…
O süre içinde oyunu kazanmamıza faydalı olsun diye bizdedir…
Nehrin karşı tarafına geçebilmek için vardır kayık
O kayığın anlamı bu kadardır… Gerçekten de çok değerlidir bir kayığa sahip olabilmek ama
hayatın anlamı kayık değildir.
Özgürleşmek kayığı kırıp atmak da değildir... 
Verileni, hak ettiklerini hor kullanmak demek değildir özgürce yaşamak...
Sahip olduklarını korumamak demek değildir özgürlük...  
Örneğin, ilişkisini özgürce yaşamak herkesin herkesle beraber olması demek değildir...
Karşısındakini değersizleştirmek değildir özgürce yaşamak...
İnsan yanılgıları arttıkça bu iki uca yaklaşmaya başlar.
Ya sahip olduklarına bağımlı olur, ya da onları umursamaz... Ölçü bu değildir...
Vazgeçebilme potansiyeline sahip olup, vazgeçmemek özgürlüktür...
Dikkat edin vazgeçmek değil, vazgeçebilme potansiyeline sahip olup vazgeçmemek...
Bağımlı olmadığın halde sana verileni koruyabilmektir marifet...
Bağımlıyken zaten başka seçeneği olmadığı için insan vazgeçemez...
Marifet kendini kaybetmeyecek kadar sahip olduklarına yakın olabilmektir.
Asıl meselesini unutmayacak kadar...
Kayığa hak ettiği anlamı verebilecek kadar...
O yüzden siz oyunun içinde her seviye değiştirdiğinizde gücünüz yettiğince, bu ölçüyü koruyabilenlerden olun...
Sahte değil, gerçekten özgürleşme becerisini yükseltebilenlerden olun...


Dönüşüm Konağı


Kamer Gündüz



5 Oca 2011

Her yanlışı savunma; kişiyi bulunduğu nitelikli ve kaliteli makamdan düşürür.

 Adalet duygusu varlığını hissettirmeye çalışırken, ona karşı istikamette saldırıya geçen bir yığın olumsuz duygu; duygusal alanda bir çatışmaya müdahil olmuştur. Bu çatışmanın içinde vicdanın sesini duymak zorlaşır. Vicdan ki; kişiyi destekleyen yakın bir dost gibidir, onun sesini kısmak ise dostu yaralamaya benzer.

-Zihinde ve duygularda oluşan bu nahoş durumun dışa yansıması da çok hoş olamamaktadır ne yazık ki. Davranışların özden uzaklaşması kişinin özüne yabancılaşmasının nedenlerinden birisidir. Özünde haksızlığın karşısında durma kodunu taşımasına rağmen haksızlığı savunan kişi, özünü karşısına almış olacaktır. İçindeki kodlamaya aykırı yapılan tüm davranışlar, söylemler, niyetler, ilişkiler, kararlar, değerler, kabuller, v.s. kişiyi özünden uzaklaştıran etkenlerdir.


İçindeki adalet duygusunu dikkate almayan, vicdanının sesini bastıran kişi, kendi içi dünyasında da haksızlıkların destekleyeni olacaktır.  Bazen yersiz suçlamalarla kendisini bunaltıp affedemeyecek bazen de ölçüsüz övgülerle şımartıp büyüklenecektir. Her iki durumda da kendisine zulmetmesinin önemli bir sebebi adaletsizliği tercih etmiş olmasıdır.


Her yanlışı savunma; kişiyi bulunduğu nitelikli ve kaliteli makamdan düşürür.

Her yanlışı savunma; akıl ve gönül bütünlüğünü bozar. 

Her yanlışı savunma; ilişkinin temellerine vurulmuş bir balyozdur.

Her yanlışı savunma; kişinin içindeki hazineyi kirletmesidir.

Her yanlışı savunma; bir bozulma sürecinin parçası, bir sorun yumağının iplik kıvrımıdır.

Her yanlışı savunma; hakikate yapılmış bir ihanettir.

Her yanlışı savunma; zamana, insanlığa ve topluma ekilmiş zararlı bir tohumdur.

Her yanlışı savunma;  zararlı bir örnekliğin devam ettirilmesidir. Zararlı davranıştaki ısrarlar, kişiyi insani değerlerinden uzaklaştıran adımlardır.

Her yanlışı savunma; biz bilincini yaralar, birliktelik yerine tefrikaya ve çekişmeye sebep olur.

Her yanlışı savunma; kirletilmiş bir temiz sayfa misali kara bir iz bırakır.

Her yanlışı savunma kişiyi Rabb inin huzurunda mahcup edecektir.

………………..

Yapılacak her savunmadan önce; neyi, ne için savunduğunun bilincinde olmalı insan, birileri ya da bir menfaat için onca kayba değer mi?

Susmanın da konuşmanın da hayrını vermesi niyazıyla….

Ayfer Toprak


1 Oca 2011

degisime direnci nasil asariz?



“Kalp hastalarına yaşama alışkanlıklarını değiştirmedikleri takdirde ölecekleri söylenmesine rağmen sadece yedi kalp hastasından biri davranışlarını değiştiriyor. Peki neden davranışlarını değiştirmiyorlar?”

Melih Arat

 

İnsanlar ve kurumlar değişime değişik şekillerde direnç gösteriyorlar. Harvard Üniversitesi profesörleri Robert Kegan ve Lisa Lahey, “Immunity to Change-Değişime Bağışıklık” isimli kitaplarında değişime direncin kaynaklarını açıklarken nasıl aşılacağına ilişkin yöntemleri de paylaşıyorlar.

Kitabın yazarları, zihinsel gelişimin ilginç bir analizini yapıyorlar. Zihinsel gelişimin üç aşaması bulunuyor. Birinci aşama sosyalleşmeyi öğrenen zihin. Sosyalleşmek son zamanda pozitif bir çağrışım içerse de kitapta olumsuz anlamda kullanılıyor. Bir insan yetişirken, belirli bir grubun parçası olmaya çalışır; bu süreç zihnin sosyalleşmesi olarak tanımlanır. Örneğin bir çetenin üyesi olmaya çalışan kişi, kendi kararlarını almak yerine, grubun kurallarına ve kararlarına kendini adapte eder. Trafikteki birçok sürücü küfreder; kibar bir insan araba sürmeyi öğrenerek aktif bir şoför olduğunda diğer şoförler gibi bir küfürbaza dönüşür. İnsanın zihni hiç farkında olmadan sosyalleşir.

Zihinsel gelişimin ikinci aşaması, kendi kararlarını alan zihin durumudur. Bu aşamada kişi bireyselleşir. Kişi kendinin lideri olur ve kendi gündemini kendisi belirler; problemlerini kendisi çözer. Dünyayı kendi bakış açısından görür ve diğer insanların da kendi bakış açısına uymasını bekler. Tipik otokratik liderler, bu zihinsel aşamanın iyi birer örneğidirler.

Zihinsel evrimin son aşaması, kendini dönüştüren zihin aşamasıdır. Bu aşamada kişi, liderliğin geleneksel kalıplarının ötesine giderek, çevresindekilerin itaatine değil, öğrenme ve gelişmesine odaklanır. Bu yeni lider, diğer insanların önünden giderek değil, bir pusula olarak yol gösterir. Bu üçüncü zihinsel aşamanın en önemli öğesi, çoklu bakış açısıdır. Birçok insan tüm yaşamlarını tek bir doğru olduğu düşüncesiyle harcar. Kendi fikirlerinizi savunmak doğrudur; yanlış olan kendi fikirlerinizi her zaman doğru olduğunu sanmaktır. Zihinsel evrimin üçüncü aşamasında kişi, çelişkili görülebilecek farklı görüş ve yaklaşımları kucaklamaktadır.

Yazarlar, değişime karşı bağışıklığı olan herkesin iki çeşit amacı olduğunu belirtmektedir: Görünen amaç ve gizli amaç. Görünen amaç, amacımız olarak ilan ettiğimiz şeydir. Gizli amaç ise, bizim içsel arzularımız ve bu içsel arzuları destekleyen varsayımlardır. İki amacın yanında değişime karşı duran üçüncü unsur davranışlardır. Yazarlar bu üçüncü unsur olan davranışı; bazen bir şeyi yapmak, bazen de yapmamak olarak tanımlıyor. Örneğin, çalışkan olmak isteyen bir öğrenci için ödev yapmamak, bir şeyi yapmamak durumuna örnek olabilir. Sigara içmek de aktif bir eylem olarak, bir şeyi yapmak durumuna örnektir.

Görünen amaç ve gizli amaç durumuna en güzel örnek, kilo vermekle ilgilidir. Kilo vermek isteyen kişinin değişime direnç davranışı, ya fazla yemek ya da ihtiyaç duymadığı anda yemek yemektir. Eğer kişi kilo vermek istiyorsa neden aksi yönde hareket etmektedir. Çünkü gizli bir gündemi ve amaçları vardır. Kişi enerjik olmak istemektedir. O zaman yemek yemelidir. Kişi eğlenmek istiyorsa, yemeği de eğlence olarak görüyorsa yemeğe devam eder. Kişi çekici olmakla ya da dış görünüşüyle ilgilenmiyorsa yine fazla yemeğe devam ederler. Eğer gizli amaçlarımız ve onları destekleyen varsayımları açıkça tartışabilirsek, görünen amaçlarımıza ulaşabiliriz.

 

__._,_.___