Para kazandıran yenilikçi fikirler | ||
SABANCI’YA DA İNNOVASYON Prof. Dr. Arman KIRIM http://www.turkiyegazetesi.com/makaledetay.aspx?id=477667
|
-
Mali okuryazarlık ve bununla birlikte kendimiz olma yolunda fiziksel,ruhsal ve duygusal gelişimimize katkı sağlamasına yönelik tüm deneyimlerin paylaşılması adına..
Para kazandıran yenilikçi fikirler | ||
SABANCI’YA DA İNNOVASYON Prof. Dr. Arman KIRIM http://www.turkiyegazetesi.com/makaledetay.aspx?id=477667
|
Dinlemenin aslında ne kadar önemli olduğunu hiç düşündünüz mü? Uyumadığımız zamanın yüzde 80´ini iletişim kurarak, bunun yüzde 45´ini de başkalarını dinleyerek geçiriyoruz. Dinleme sizce nedir? Karşınızdaki konuşuğu sırada beklerken yaptığınız şey mi? Dinleme sessiz kalmak ve duymaktan çok öte bir şeydir. Dinleme konusunda uzman Dr. Lyman K Steil dinlemenin dört aşamadan olan bir süreç olduğunu söylüyor. Önce mesajı duyarız, yorumlarız, değerlendiririz ve cevap veririz.
Araştırmalar gösteriyor ki birçoğumuz söylenenlerin yaklaşık olarak yüzde 50´sini anlıyor, değerlendiriyor ve aklında tutuyor. İki gün sonra ise bunların sadece yarısını hatırlıyoruz. Yani sonuç olarak söylenenlerin sadece yüzde 25´ini idrak edip akılda tutuyoruz. İş yaşamında verimli dinlememe hem maddi hem manevi zararlara yol açabiliyor. Yanlış dinleme yüzünden kaybedilen zamanı ve tekrar yapılan işleri düşünün. İlişkide olduğumuz insanları verimli bir şekilde dinlememe ya da dinlemeyen insanlarla ilişkide olma, kişisel yaşamımızda da zararını görebileceğimiz bir durum. Hepimizin fikirlerimizi, ideallerimizi ve duygularımızı paylaşacak insanlara ihtiyacı vardır. Aksi taktirde yalnız ve izole edilmiş olduğumuzu hissetmeye başlarız. En iyi arkadaşlıkların temelinde iyi bir dinleyici olma yatar. Dinleyen insanlara daha fazla yakınlık duyarız çünkü onlar bizi dinler ve destekler. Neden dinlemiyoruz? Eğer karşımızdakini dinleme bu kadar önemliyse neden daha iyi dinleyiciler olamıyoruz? Dinleme zorluğu çekmenin altında yatan neden aslında fizyolojik. Dakikada 400-600 kelime dinleme kapasitesine sahipken konuşma kapasitemiz yaklaşık 125 kelime. Bu da bize karşımızdaki kişi konuşurken başka şeyler düşünme fırsatı veriyor. İyi bir dinleyici olmamamızın en önemli nedenlerinden biri de yetersiz eğitim. Okullarda çocuklara okuma, yazma ve konuşma öğretiyoruz. Yetişkinler hızlı okuma, topluluk önünde konuşma gibi kurslara katılıyorlar. İletişimi artırmak için yaptığımız bunca çabanın yanında, iletişimin en önemli unsurlarından biri olan dinlemeyi nedense unutuyoruz.
Başka bir neden de karşımızdakinin beklentisini yanlış anlamamızdan kaynaklanıyor olabilir. Bazen karşımızdakini dinlemek istemeyiz çünkü problemlerini çözmemizi istediklerini zannederiz. Elbette ki bunun geçerli olduğu durumlar da vardır. Yakın çevreniz maddi ya da manevi problemlerinde sizden yardım isteyebilirler. Ya da işyerindeki çalışma arkadaşınız onu desteklemenizi isteyebilir. Ancak genelde insanlar sadece fikirlerini ve duygularınız bizimle paylaşmak isterler. Tek istedikleri onları anlamamızı ve neler yaşaklarını bilmemizdir. Ünlü yazar ve psikolog Leo Buscaglia, bu durumu şu cümlesiyle açıklar: “Beni dinlemeni istediğimde, bana öğüt vermeye başlıyorsun, senden istediğimi yapmamış oluyorsun.” Bazen insanlar sadece onu dinlememizi isterler, fazlasını değil. Kendimizi karşımızdakinin yerine koyarak onun neler hissettiğini anlamak empati göstererek dinleme olarak bilinir. Karşımızdakinin ne hissettiği hakkında düşündüklerimizi söylemek onu dinlediğimizi ve anladığımızı gösterir. İşinde terfi alan çalışma arkadaşınıza “Çok heyecanlı olmalısın” demeniz gibi... Dinleme stilinizi çeşitlendirin İyi bir dinleyici olmadan önce esnek bir dinleyici olmanız gerekiyor. Başka bir deyişle konuşmacıya, konuya ve duruma göre değişik dinleme tarzlarının olması çok önemli.
Dinleme nedeniniz nedir? Nedeniniz dinleme tarzınızı da belirleyecektir. Zevk için mi, fikir alışverişi için mi, bilgileri değerlendirmek için mi yoksa empati göstermek için mi dinliyorsunuz? Bunlar dinlemenin dört ana nedenidir.
İşinizle ilgili bir semineri televizyonda seyrettiğiniz bir show programını izler gibi seyrediyorsanız, o seminerden fazla yarar sağlayamayabilirsiniz. Aynı şekilde pahalı bir satın alma için satış elemanını, arkadaşınızın problemleriniz dinler gibi dinlemezsiniz. Siz nasıl bir dinleyicisiniz? Dinleme alışkanlıklarınıza bir göz atmak iyi bir dinleyici olmanın ilk adımıdır. Birçoğumuz dinlerken pek çok hata yapıyoruz. Bu nedenle aşağıdaki hatalardan birçoğunu kendinizde görürseniz şaşırmayın. Taraflı dinleyici Taraflı dinleyici aslında dinlemez. Sadece susmuştur ve ne söyleyeceğini düşünüyordur. Karşı taraf ne derse desin onun kafasında söyleyecekleri bellidir, sadece onları toparlamaya çalışıyordur. Bazen taraf tutma önyargıya dönüşebilir. Sırf karşımızdakini yaşı, aksanı, mesleği ya da pozisyonu nedeniyle dinlemiyor olabiliriz. Kendinize önyargılarınızın dinlemenizi etkileyip etkilemediğini sorun. Herkese karşı adil olmalı, önyargılarınızın karşınızdakini dinlemenizi etkilemesine izin vermemelisiniz. Kafası dağınık dinleyici Hepimiz değişik zamanlarda bu kategoriye gireriz. Kafası dağınık dinleyiciler, iç ve dış etkenlerin araya girip karşısındakini dinlemesine engel olmasına izin verirler. Ancak iyi bir dinleyici önce kendini hazırlar ve konuşmacının söylediklerine odaklanır, dinlemeye engel olacak herhangi bir şeyin konuyu bölmesine izin vermez. Eğer böyle bir ortam mümkün değilse, konuşmayı başka bir zamana ertelemelisiniz, böylece karşınızdaki sadece kendisine yöneltilecek, gereken ilgiyi almış olur. Dinlemeyi engelleyen dış bir etkense, bunu halletmek iç etkene göre daha kolaydır. Konuşmayı bölecek ortamdan uzaklaşarak sessiz bir odaya geçerseniz kolayca bu problemi halletmiş olursunuz. Sabırsız Dinleyici Bu tür dinleyiciler genellikle karşısındakinin sözünü durmadan kesen, söyleyeceklerini tamamlamalarına izin vermeyen dinleyici türüdür. Bu tarz bir dinlemeyi alışkanlık haline getirmek çok kolaydır. Eğer insanların yavaş konuşmaları sizi çok fazla rahatsız ediyorsa, siz de büyük ihtimalle sabırsız bir dinleyicisiniz demektir. Sabırlı bir dinleyici olmak istiyorsanız, karşınızdakinin söylediklerini bölmemeye çalışın. İlk başlarda çok zor gelebilir, ancak iletişimin daha verimli olduğunu göreceksiniz. Unutmayın, siz insanlara bu nezaketi gösterirseniz onlar da sizi dinleyeceklerdir. Pasif Dinleyici Pasif dinleyici dinlemenin aktif bir süreç olduğunun farkında değildir. Böyle bir dinleyiciyle karşı karşıyaysak, onun söylediklerimizi anlayıp anlamadığından hiçbir zaman emin olamayız. Çünkü söylediklerimiz konusunda ya hiç ya da çok az yorum veya geribildirim alırız. Bu da birçok iletişim problemine yol açabilir. Pasif dinleyiciyle telefon konuşması, yüz yüze konuşmadan daha da zordur. Genellikle söylediklerinizden sonra derin bir sessizlik olur. Eğer telefonda konuşurken, karşı taraftaki “Orada mısın?” diye soruyorsa iletişiminizde problem var ve dinlediğinizi karşı tarafa hissettiremiyorsunuz demektir.
Eğer pasif dinleyici olma eğiliminiz varsa, karşınızdakine daha fazla dinlediğinizi gösterin ve söylediklerine cevap vermeye çalışın. Yüz yüze konuşmalarda, hafifçe öne eğilin, göz kontağı kurun, gerektiği yerde başınızı sallayarak onaylayın ve gülümseyin. Hem yüz yüze konuşmada hem telefon konuşmanızda, ara sıra konuşulanları dinlediğinizi gösterecek onaylama kelimeleri kullanın. Dinleme yeteneğiniz gelişmiş mi? Dinleme yeteneğinizin biraz gelişmesi gerektiğini düşünüyor olabilirsiniz. Bu alışkanlıklarınızı bir gecede değiştiremeyeceğiniz için, daha iyi bir dinleyici olmak istiyorsanız hayatınız boyunca biraz çaba göstermelisiniz.
Unutmayın ki, dinleme, önemli bir iletişim aracıdır. Hiçbirimiz mükemmel bir dinleyici olamasak da, dinleme yeteneğimizi olabildiğince geliştirebiliriz.
--- On Sun, 1/9/11, Gul Kaynak <gul.kaynak@THELIFECO.COM> wrote:
|
İnadı bırakın!
“İnat aynı hatalı yöntem de ısrar etmektir. Kararlılık, amaca ulaşmak için farklı yöntemleri denemektir. Bir şeyin türlü denemelere rağmen olmadığını görünce vazgeçmek erdemdir.”
Melih Arat
Kararlılık ile inatçılık çoğu zaman birbirine karıştırılan iki kavramdır. İnatçılığın olumsuz bir anlamı da olsa, her şeye rağmen içindeki kararlılık unsuru dolayısıyla hoşuma giden bir yanı vardır. Ancak ne kadar hoşuma gitse de, inatçılığın içinde akılcılığın bulunmaması, bu tutuma beslediğim hoşgörünün çabuk bitmesine yol açar. Öncelikle inatçılığı bir tanımlamaya çalışayım. İnatçılık amaca ve yönteme aşırı bağlılığın sonuca yarar sağlamadığı halde gösterilen ısrardır. Bu konuda halk arasında verilen en güzel örnek keçi inadı sözüdür. Meşhur öyküdür; iki keçi ağaçtan bir köprüde karşılaşmışlar ve her ikisi de diğerine yol vermediği için köprünün orta yerinde kilitlenmişlerdir. Bu tür bir inat, her iki keçinin de hiçbir zaman esas amaçlarına –köprünün diğer ucuna geçme amaçlarına- ulaşmalarına engeldir. Çocuklar kendilerini sıklıkla çıkmaza sokacak şekilde inatlaşırlar. Bunu giymeyeceğim, bunu yemeyeceğim gibi aslında inat etmenin belirli bir işlevi gerçekleştirmeyeceği konularda ısrarlı olabilirler. Özellikle sadece erişilebilir tek bir kıyafet varsa, bunu giymeyeceğim demek anlamsızdır. Aynı şekilde inatçı biriyle başa çıkmanın yolu da basittir; ona yol vermek. Eğer tek şeritli bir köprüde ben bir keçiyle karşılaşırsam, geriye gitme pahasına hemen yol veririm. Çünkü aksi takdirde çok zaman kaybedeceğimi ve bu inadın bir işe yaramayacağını bilirim. Buradan anlaşılacağı üzere karşılıklı inatlaşma bir tür tuzaktır.
Kararlılık inatçılıkla ne kadar karıştırılsa da, oldukça farklıdır. Kararlılık, amaca ulaşmak için önümüze çıkan engellere rağmen farklı yöntemler kullanma konusunda ısrarlı olmaktır. Diyelim ki biz bir satıcıyız; bir fabrikaya bir makine satmaya karar verdik. Teklifi yazılı olarak gönderdik; ama bize bu makineyle ilgilenmediklerini bildiren bir mektup gönderdiler. Şimdi bu yazıyı okuduk, anladık ki bu fabrikadan iş çıkmayacak. İşte kararlılık burada devreye giriyor. Eğer biz yazıya rağmen fabrikadaki satın alma müdüründen randevu alarak bir kez de derdimizi sözlü anlatıyorsak, bu bizim kararlı olduğumuzu gösterir. Eğer bu görüşmede sonuç vermezse fabrikanın üretim müdürüyle iletişime geçmek ve onu bizim makinelerimizin kullanıldığı bir fabrikaya götürmek yine kararlılıktır. Bu da işe yaramazsa bizim fabrikanın genel müdürünü, diğer fabrikanın genel müdürüyle görüştürmek yine kararlılıktır. Dikkat ederseniz verdiğim örnekte amaç aynı ama yöntem farklıdır. Bazen de kararlılık aynı yöntemi farklı zamanda uygulamak anlamına gelir. Aynı yazılı teklifi her üç ayda bir tekrar yaparsınız, hiç beklenmedik şekilde 24 ay sonra malı satarsınız. Değişen nedir? Koşullar değişmiştir; belki satın alma müdürü değişmiştir; belki mevcut kullanılan makinelerden şikayet etmeye başlamışlardır.
Kararlılık her zaman da çok da yararlı değildir; bazen pes etmeyi de bilmek gerekir. Örneğin, iki yıl boyunca iş bulamayan çok sevdiğim değerli ve yeterli bir arkadaşıma, bu iş arama sürecine son vermek için kendisine bir tarih koymasını tavsiye etmiştim. İşsiz kaldığı ilk andan itibaren 30 ay içinde iş bulamayacak olursa kendi işini kurmak için çaba harcamasını önerdim. Şimdi kendi gelirini kazandığı ve çok mutlu olduğu bir işi var. Genç bir işadamı dostum da belirli bir işi tutundurabilmek için çok uğraşmıştı. Yukarıda verdiğim örnekte olduğu gibi defalarca farklı yöntemleri denemişti. Kararlılığın sizden en çok alıp götürdüğü şeyler zaman, umut ve enerjidir. Onun için üç kaynağında sonuna gelmeden amacı değiştirmek gerekir. Ona da aynı öneride bulunmuştum. Kendine bir tarih koy ve bu tarihe kadar hiçbir netice alamazsan bu uğraştan çık.
Kararlılık gösterilmesi gereken süre bazen üç yıldır; bazen de on üç yıldır. Bu sürenin ne olması gerektiği amacın, projenin doğruluğuna, sizin için önemine ve koşullarınıza bağlıdır.
İnsan yanılgıları arttıkça sorumluluklarından kurtulmayı özgürlük zannetmeye başlar. Sorumluluklarından kurtulmayı başarmak özgürleşmek demek değildir oysa. Bir horoz sabah erken ötmekten kurtulduğu zaman daha özgür bir horoz olmaz; işe yaramayan bir horoz olmaya başlar. Bir elma ağacı elma üretmekten vazgeçtiği zaman daha özgür olmaz; işe yaramayan bir ağaca dönüşür. İnsanlarda da bu böyledir; Bir insan, rolüne ait sorumluluğu almayı reddedebildiğinde daha özgür olmaz; o konuda problem çıkartan insan olmaya başlar. Yani,
bir baba, baba olmanın sorumluluğunu üstünden attıkça daha özgür olmaz; işe yaramayan bir baba olur. Bir anne, anne olmanın sorumluluklarını almadığı zaman özgürleşmeye değil, faydası olmayan bir anneye dönüşmüş olur. Evin çocuğu büyümenin sorumluluğundan kaçtıkça özgürleşme derecesi artmaz; aksine birilerine yük olması artar.
İnsan yanılgıları arttıkça sınırsızlığı özgürlük zannetmeye başlar. Bu bakış açısıyla hayata baktığımızda çelişkiye düşmemek kaçınılmazdır çünkü yeryüzünde böyle bir uygulama yoktur. Yeryüzünde hiçbir şey sınırsız bir hareket kabiliyetine sahip değildir. Her şeyin hareketi belirli ölçüler içerisinde gerçekleşir. Kolumuz sınırsız bir açıyla dönmez, güneş o kadar büyük olmasına rağmen yeryüzünü sınırsız bir ölçüde ısıtmaz. Yeryüzünde hiçbir şey kontrolsüzce ve sorumsuzca hareket etmez. İnsan hariç hiçbir şey, yetkisini ölçüsüz kullanmaz. İnsan dışındaki tüm canlı ve cansız varlıklar kendilerini kendileri yapan ölçü neyse ona göre hareket eder. Böyle bir ortam içinde insanın kendi ölçüsü içinde büyümeyi öğrenmemesi tuhaf kalır. Ölçüsüz ve sınırsız hareket etmek istemesi kendini tanımaktan uzak düşmesine sebep olur. Hem ruhsal olarak hem fiziksel olarak bozulmalar yaşar.
Bu sebepten dolayı özgürlük sorumsuzca hareket etme hakkına sahip olmak demek değildir. Özgürlük ölçüsü olmayan bir kavram da değildir. Bütün ölçülerden, kurallardan arınmak da özgürlük değildir.
Asilik demek değildir özgürlük…
Özgürlük gerçekte insanı olgunlaşmasına, büyümesine sebep olan bir kavramdır.
Her şeyi isteyebilmek değil, isteklerini kontrol edebilme gücüne sahip olabilmekle ilgilidir özgürlük...
Hayata en az yük olan, hayattan en az şeye ihtiyaç duyarak yaşayan en özgürdür...
Özgür insan bağımlılıklarına kavuşmayı savunan insan değildir,
“Bize özgürlüğümüzü geri verin” bize bağımlılıklarımızı geri verin demekse bu da özgürleşme hareketi değildir.
Uyuşturucu kullanabilmek özgürleşme hareketi değildir yani...
Bağımlılıkla özgürlük aynı yerde değildir çünkü...
Bilinci açıkken…
Her türlü bağımlılıktan uzakken…
Özü hürken insan özgürdür…
Özü gürken insan özgürdür…
Kendi iç dünyası zenginken, dış dünyadaki zengin gösterici takılara bağımlı değilken insan özgürdür.
İnsan dış dünyadaki takılarını azalttıkça, iç dünyasındaki gerçek takıları ortaya çıkar;
Kişiyi kendi yapan zenginlikleri…
Bu sebepten dolayı tüketime en az ihtiyaç duyan insan dış etkilerden en bağımsız olan insandır.
Kendi iradesini kullanmaya yakınlaşan kişidir o…
Dış etkilerden kendisini koruyabildikçe, iç dünyasındaki etkisini yükseltir
Sahip olduklarımız bir gün elimizden gittiğinde duygusal krizlere girmemeyi başarabilmek özgür olabilmekle mümkündür. Çünkü hayat hiçbir şeyin tüketim hakkını insana sonsuza dek vermez,
İnsanın kendi yaşamı bile sonludur
Nefesi…
Bedeni…
Canı bile…
Bunlar çok kıymetlidir ama hayattaki hiçbir şey “o” olmazsa hayatta olmaz boyutunda bir değere sahip değildir… Çünkü hayatın anlamı tükettiklerimizde değildir… Sahip olduğumuz her şey bir süreliğine bizdedir…
Bir süreliğine…
O süre içinde oyunu kazanmamıza faydalı olsun diye bizdedir…
Nehrin karşı tarafına geçebilmek için vardır kayık
O kayığın anlamı bu kadardır… Gerçekten de çok değerlidir bir kayığa sahip olabilmek ama
hayatın anlamı kayık değildir.
Özgürleşmek kayığı kırıp atmak da değildir...
Verileni, hak ettiklerini hor kullanmak demek değildir özgürce yaşamak...
Sahip olduklarını korumamak demek değildir özgürlük...
Örneğin, ilişkisini özgürce yaşamak herkesin herkesle beraber olması demek değildir...
Karşısındakini değersizleştirmek değildir özgürce yaşamak...
İnsan yanılgıları arttıkça bu iki uca yaklaşmaya başlar.
Ya sahip olduklarına bağımlı olur, ya da onları umursamaz... Ölçü bu değildir...
Vazgeçebilme potansiyeline sahip olup, vazgeçmemek özgürlüktür...
Dikkat edin vazgeçmek değil, vazgeçebilme potansiyeline sahip olup vazgeçmemek...
Bağımlı olmadığın halde sana verileni koruyabilmektir marifet...
Bağımlıyken zaten başka seçeneği olmadığı için insan vazgeçemez...
Marifet kendini kaybetmeyecek kadar sahip olduklarına yakın olabilmektir.
Asıl meselesini unutmayacak kadar...
Kayığa hak ettiği anlamı verebilecek kadar...
O yüzden siz oyunun içinde her seviye değiştirdiğinizde gücünüz yettiğince, bu ölçüyü koruyabilenlerden olun...
Sahte değil, gerçekten özgürleşme becerisini yükseltebilenlerden olun...
Dönüşüm Konağı
Kamer Gündüz
İçindeki adalet duygusunu dikkate almayan, vicdanının sesini bastıran kişi, kendi içi dünyasında da haksızlıkların destekleyeni olacaktır. Bazen yersiz suçlamalarla kendisini bunaltıp affedemeyecek bazen de ölçüsüz övgülerle şımartıp büyüklenecektir. Her iki durumda da kendisine zulmetmesinin önemli bir sebebi adaletsizliği tercih etmiş olmasıdır.
Her yanlışı savunma; kişiyi bulunduğu nitelikli ve kaliteli makamdan düşürür.
Her yanlışı savunma; akıl ve gönül bütünlüğünü bozar.
Her yanlışı savunma; ilişkinin temellerine vurulmuş bir balyozdur.
Her yanlışı savunma; kişinin içindeki hazineyi kirletmesidir.
Her yanlışı savunma; bir bozulma sürecinin parçası, bir sorun yumağının iplik kıvrımıdır.
Her yanlışı savunma; hakikate yapılmış bir ihanettir.
Her yanlışı savunma; zamana, insanlığa ve topluma ekilmiş zararlı bir tohumdur.
Her yanlışı savunma; zararlı bir örnekliğin devam ettirilmesidir. Zararlı davranıştaki ısrarlar, kişiyi insani değerlerinden uzaklaştıran adımlardır.
Her yanlışı savunma; biz bilincini yaralar, birliktelik yerine tefrikaya ve çekişmeye sebep olur.
Her yanlışı savunma; kirletilmiş bir temiz sayfa misali kara bir iz bırakır.
Her yanlışı savunma kişiyi Rabb inin huzurunda mahcup edecektir.
………………..
Yapılacak her savunmadan önce; neyi, ne için savunduğunun bilincinde olmalı insan, birileri ya da bir menfaat için onca kayba değer mi?
Susmanın da konuşmanın da hayrını vermesi niyazıyla….
Ayfer Toprak
“Kalp hastalarına yaşama alışkanlıklarını değiştirmedikleri takdirde ölecekleri söylenmesine rağmen sadece yedi kalp hastasından biri davranışlarını değiştiriyor. Peki neden davranışlarını değiştirmiyorlar?”
Melih Arat
İnsanlar ve kurumlar değişime değişik şekillerde direnç gösteriyorlar. Harvard Üniversitesi profesörleri Robert Kegan ve Lisa Lahey, “Immunity to Change-Değişime Bağışıklık” isimli kitaplarında değişime direncin kaynaklarını açıklarken nasıl aşılacağına ilişkin yöntemleri de paylaşıyorlar.
Kitabın yazarları, zihinsel gelişimin ilginç bir analizini yapıyorlar. Zihinsel gelişimin üç aşaması bulunuyor. Birinci aşama sosyalleşmeyi öğrenen zihin. Sosyalleşmek son zamanda pozitif bir çağrışım içerse de kitapta olumsuz anlamda kullanılıyor. Bir insan yetişirken, belirli bir grubun parçası olmaya çalışır; bu süreç zihnin sosyalleşmesi olarak tanımlanır. Örneğin bir çetenin üyesi olmaya çalışan kişi, kendi kararlarını almak yerine, grubun kurallarına ve kararlarına kendini adapte eder. Trafikteki birçok sürücü küfreder; kibar bir insan araba sürmeyi öğrenerek aktif bir şoför olduğunda diğer şoförler gibi bir küfürbaza dönüşür. İnsanın zihni hiç farkında olmadan sosyalleşir.
Zihinsel gelişimin ikinci aşaması, kendi kararlarını alan zihin durumudur. Bu aşamada kişi bireyselleşir. Kişi kendinin lideri olur ve kendi gündemini kendisi belirler; problemlerini kendisi çözer. Dünyayı kendi bakış açısından görür ve diğer insanların da kendi bakış açısına uymasını bekler. Tipik otokratik liderler, bu zihinsel aşamanın iyi birer örneğidirler.
Zihinsel evrimin son aşaması, kendini dönüştüren zihin aşamasıdır. Bu aşamada kişi, liderliğin geleneksel kalıplarının ötesine giderek, çevresindekilerin itaatine değil, öğrenme ve gelişmesine odaklanır. Bu yeni lider, diğer insanların önünden giderek değil, bir pusula olarak yol gösterir. Bu üçüncü zihinsel aşamanın en önemli öğesi, çoklu bakış açısıdır. Birçok insan tüm yaşamlarını tek bir doğru olduğu düşüncesiyle harcar. Kendi fikirlerinizi savunmak doğrudur; yanlış olan kendi fikirlerinizi her zaman doğru olduğunu sanmaktır. Zihinsel evrimin üçüncü aşamasında kişi, çelişkili görülebilecek farklı görüş ve yaklaşımları kucaklamaktadır.
Yazarlar, değişime karşı bağışıklığı olan herkesin iki çeşit amacı olduğunu belirtmektedir: Görünen amaç ve gizli amaç. Görünen amaç, amacımız olarak ilan ettiğimiz şeydir. Gizli amaç ise, bizim içsel arzularımız ve bu içsel arzuları destekleyen varsayımlardır. İki amacın yanında değişime karşı duran üçüncü unsur davranışlardır. Yazarlar bu üçüncü unsur olan davranışı; bazen bir şeyi yapmak, bazen de yapmamak olarak tanımlıyor. Örneğin, çalışkan olmak isteyen bir öğrenci için ödev yapmamak, bir şeyi yapmamak durumuna örnek olabilir. Sigara içmek de aktif bir eylem olarak, bir şeyi yapmak durumuna örnektir.
Görünen amaç ve gizli amaç durumuna en güzel örnek, kilo vermekle ilgilidir. Kilo vermek isteyen kişinin değişime direnç davranışı, ya fazla yemek ya da ihtiyaç duymadığı anda yemek yemektir. Eğer kişi kilo vermek istiyorsa neden aksi yönde hareket etmektedir. Çünkü gizli bir gündemi ve amaçları vardır. Kişi enerjik olmak istemektedir. O zaman yemek yemelidir. Kişi eğlenmek istiyorsa, yemeği de eğlence olarak görüyorsa yemeğe devam eder. Kişi çekici olmakla ya da dış görünüşüyle ilgilenmiyorsa yine fazla yemeğe devam ederler. Eğer gizli amaçlarımız ve onları destekleyen varsayımları açıkça tartışabilirsek, görünen amaçlarımıza ulaşabiliriz.