25 May 2011

Yaşam İçin 13 İfade

1. Seni sen olduğun için değil, senin yanında olduğum zaman, ben olduğum için seviyorum...

2. Hiç kimse senin gözyaşlarını hak etmez ve onu hak eden seni asla ağlatmayacak olandır...

3. Birinin seni senin istediğin gibi sevmemesi onun seni tüm varlığıyla sevmediği anlamına gelmez...

4. Gerçek dost, elini tuttuğunda kalbine de dokunandır...

5. Birini özlemenin en kötü yolu, yan yana oturduğun halde onu hiçbir zaman elde edemeyeceğini bilmendir...

6. Üzüntülü olduğun zamanlarda bile gülümsemeyi asla bırakma, biri gülümsemene aşık olabilir...

7. Bu dünyada bir insan olabilirsin ama birisi için bir dünya olabilirsin...

8. Zamanını seninle geçirmekle ilgilenmeyen biriyle zamanını harcama...

9. Belki de Allah doğru kişi ile karşılaşmadan önce yanlış insanlarla karşılaşmamızı istemiştir, böyle olunca minnettar olacağızdır...

10. Bir sona geldiğin için ağlama, Onu yaşadığın için gülümse...

11. Seni kıracak insanlar her zaman olacaktır, öyleyse güvenmeye ihtiyacın var, sadece dikkatli ol...

12. Daha iyi bir insan ol ve yeni bir insanla karşılaşmadan o kişinin de senin kim olduğunu bildiğini ümit etmeden önce kendinin kim olduğunu bildiğinden emin ol...

13. Çok fazla uğraşma, en iyi şeyler ummadığın zamanlarda olur...

[Yaşam İçin 13 İfade – Gabriel Garcia Marquez ]



Birileri çalışanlara sorunlarını nasıl çözeceklerini söylesinler mi, yoksa çalışanlar sorunları nasıl çözeceklerini kendileri öğrensinler mi?



Yazar: Evrim Çalkavur

Eylül 2006 ayının kitabı olarak Evrim Çalkavur'un, Öğrenen Organizasyon Yolculuğu: Bir Başarı Öyküsü adlı kitabını öneriyorum. İstanbul: Remzi Kitabevi, 2006. 163 sayfa.

Bu kitabın önsözünü ben yazdım; şöyle diyorum:

Önsöz

İş yerinde mutlaka değişik sorunlar oluşur ve onların çözümü gerekir. Bu sorunlar çözülmez ve birbiri üstüne binerse verim ve çalışan memnuniyeti düşer.

Birileri çalışanlara sorunlarını nasıl çözeceklerini söylesinler mi, yoksa çalışanlar sorunları nasıl çözeceklerini kendileri öğrensinler mi?

Bir sohbet içinde Erol Erduran, "herkes öğrenmeyi seviyor, ama öğretilmekten hoşlanmıyor," dedi. Arkadaş sohbetinde söylenivermiş bu söz, insanla ilgili gözden kaçırılmaması gereken bir gerçeği ifade ettiği için, beni çok etkiledi.

Oyun oynarken öğrenen çocukların coşkusuyla sınıfta ders dinleyen öğrencilerin sıkıntısını karşılaştırın.

Bir eğitim sistemi insanın gelişmesini hedefliyor ve onu güçlü ve yetişkin biri olarak gerçekten yaşama hazırlamak istiyorsa öğretmek yerine öğrenme ortamı hazırlamaya önem verir. "İnsanların öğrenmeyi sevdiği, ama öğretilmekten hoşlanmadığı" gerçeği, eğitim felsefesinin temeli olmalı.

Doğası gereği yaşam sürekli öğrenmeyi ve gelişmeyi gerekli kılar. Öğrenmek ve gelişmek bir lüks değil bir zorunluluktur. Coşkulu, üretici ve verimli insanları yönetenler, çalışanlarına öğretmek yerine öğrenme olanağı sunanlardır.

Bu kitap, çalışanların sorunlarını çözerek kendilerine verimli ve coşkulu çalışma ortamlarını nasıl oluşturulabileceğini anlatıyor.

Verimli ve coşkulu çalışma ortamını çalışanlar nasıl oluşturacaklar?

İş yerinde "öğrenen organizasyon" sistemini uygulayarak.

"Öğrenen organizasyon" yaklaşımı uluslar arası üne kavuşmuş, felsefi ve bilimsel temelleri iyi irdelenmiş bir sistemdir. ABD, Avrupa ülkeleri, Malezya, Çin ve Türkiye'nin de içinde olduğu birçok ülkede uygulanmış ve her bir uygulamada başarılı sonuçlar alınmıştır.

Bu uygulamalarda başarının ölçütü nedir?

1- İş yerinin karlılığı;

2- Çalışanın memnuniyeti ve verimi.

İşinden usanmış ve sıkılmış insanların çalıştığı birçok iş yerinde "öğrenen organizasyon" uygulaması yeni ufuklar açacaktır.

"Öğrenen organizasyon" uygulamalarını bilimsel düşünceyle kurumlarını yönetmek isteyen eğitim ve iş liderlerine içtenlikle öneriyorum.

Şimdi bu önsözü yeniden okuduğumda eksik bıraktığım yönün farkına varıyorum; sanki kitap yalnız iş yaşamını ilgilendirir tavrı içinde bu önsözü yazmışım. Ama bu kitap yaşamın herhangi bir durumunda yönetici durumunda olan herkesi ilgilendirir. Örneğin, aileyi yönetme durumunda olan ana babaları, sınıftaki eğitim ortamını yönetme durumunda olan öğretmenleri, okulu yönetmekte olan okul müdürlerini, kentleri yönetme durumunda olan belediye başkanlarını ve her türlü dernek başkanlarını, vb.

Ama en önemlisi, kendi yaşamını yönetmek isteyen insanı.

Ve bireyin kendi yaşamını yönetmek için bu kitaptan yararlanabileceğini belirtmemiş olmam gerçekten bir eksiklik.

Keşke söylemiş olsaydım. (Keşkesiz Bir Yaşam İçin İletişim Donanımları adlı kitabının yazarına bu cümle yakışıyor mu? )

Doğan Cüceloğlu (03/09/2006)




Liyakat

Liyakat


Geçen hafta, yıllardır tanıdığım bir meslektaşımla akşam yemeği yedim. Devlet üniversitesinden emekli olduktan sonra değişik vakıf üniversitelerinde görev yapan bu meslektaşım İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden Lisans Diploması almış, daha sonra İngiltere’de Cambridge Üniversitesi’nde lisansüstü öğretimine devam etmiştir. Yurt dışı eğitim ve araştırma deneyimleri arasında Alexander von Humboldt bursuyla Almanya’da Köln Üniversitesi’ne gitmek, daha sonra Bern Üniversitesi’nde bulunmak ve ABD’de Fulbright bursu ile Oregon Üniversitesi bir süre kalmak vardır.

Daha sonra Türkiye’de psikoloji profesörü olduktan sonra kendisi Türkiye’de altı yıl bir devlet üniversitesinde Eğitim Fakültesi Dekanlığı yapmış, hem öğretim hem de yönetim deneyimi olan bir insandır. Kendi alanında özgün araştırmalar yapmış ve araştırma bulgularını birçok makale ve kitaplarında yayınlamıştır. Sağlam bir mantıksal yapısı olan, aynı zamanda karakter sahibi, kişisel bütünlüğü yüksek, pırıl pırıl bir bilim insanıdır.


Yemekte iki anısını paylaştı. Dekanlık yaparken 1980 sonrası, askeri yönetimden gücünü alan ideolojik görüş yanlısı bir grup profesör, gece evinin kapısını çalarak alınacak olan asistanların listesini ona vermiş ve “sınavı bunlar kazanacak, biliyorsun değil mi?” demişler. Bu kişiyi kendilerinden biri olarak gördükleri için böyle yapmışlar. Kapıyı açtığında karşısında duran arkadaşlarından bu sözü duyunca, gerginliğinden elinde tuttuğu cam bardağı öyle sıkmış ki, bardak kırılmış. Liyakati ideolojik taraftarlığın üstünde tutan dürüst arkadaşım sınav sonuçları ilan edilince “arkadaşları” tarafından aforoz edilmiş ve hem kendiyle hem de ailesiyle iki yıl konuşulmamış. Lojmanda komşuluk ilişkileri dahi kurulmayacak biçimde kendilerinden uzak durulmuş.

İşin ilginç yanı şu: size bu kişinin ismini versem, siz bu kişiyi pek muhtemelen sağ ideolojinin taraflarından biri olarak düşüneceksiniz. Ben de öyle sanıyordum. Ama bilimsel ve sosyal konularda konuştukça onun gerçekte bir bilim insanı olarak yaşamına yön verdiğini gördüm. Ülkesine, ülkesinin insanlarına bir bilim insanı olarak hizmet etmeye çalışan biri. Manevi yaşamını dinin temelleri üzerine tanımlamış, hem dindar hem de bilim insanı. Bilim insanının etik tavrını hiç bozmadan manevi yaşamını inşa etmiş biri.

Devlet üniversitesinden emekli olduktan sonra belirli bir cemaatle ilişkisi bilinen bir vakıf üniversitesinin davetini kabul ederek o üniversitede psikoloji bölümünü kurmuş ve çalışmaya başlamış. Onun için önemli olan vakfın arkasındaki para ve ideoloji değil, üniversitenin bir bilim kurumu olarak çalışması. Bölüm gelişirken bölüme yeni elemanları sınavlarla almış ve her bir sınavda liyakat ölçütünü kullanmış. Bu süreç devam ederken kendisine iki isim verilmiş ve bu kişilerin asistan olarak alınmasının istendiği ima edilmiş. Mütevelli heyetini bile aşan bir güç tarafından bu isteğin geldiği de ihsas edilmiş. Ama alınması istenen o kişiler gerekli yeterlilikleri gösteremediği için asistan olarak alınmamışlar. O akademik yılın sonunda kendisine hiçbir şey söylenmeden, hiçbir açıklanma yapılmadan “görülen lüzum üzerine” işine son verilmiş. Bunun üzerine üniversiteye karşı dava açmış ve açtığı davayı kazanarak üniversiteden tazminat almış.

Bütün bunları niçin yazdım?

Kafamda iki soruya cevap bulmaya çalışıyorum:

1- Dindar insan bilim insanı olabilir mi?

2- Bir bilim insanı ideoloji baskın bir ortamda, bilim insanının ilkeleri ve değerleri çerçevesinde yaşamını devam ettirebilir mi?

Yakından tanıdığım meslektaşım dinine çok değer veren, manevi yaşamı zengin, kendi dininin değerlerinin sadece Türkiye’ye değil, tüm dünyayı barışa ve adalete götüreceğine inanan biri. Aynı zamanda gerçekten birinci sınıf bir bilim insanı. Dünyanın en ileri ülkelerinin üniversitelerinde saygı duyularak “psikoloji profesörü” olarak görev yapabilecek biri.

Demek ki, dinini manevi yaşamının kaynağı olarak kullanan insan aynı zamanda bilim insanı olabiliyor. Gerçi bilim insanı olarak varoluş tarzını ve düşünsel kimliğini bu ülkede mi, yoksa bulunduğu yurt dışı eğitim kurumlarında mı kazandığı tartışılabilir. Ama en azından şu söylenebilir: içinde yetiştiği Müslüman toplumun kültürü bilim insanı olmasına engel oluşturmamıştır. Bu kadarını kesinlikle söyleyebiliriz.

Ama bu ülkede yaşadıkları ikinci soruya - ideoloji baskın bir ortamda, bilim insanı olarak yaşamını devam ettirebilme sorusuna - olumlu bir cevap vermemi güçleştiriyor.

Bu sorunun bugünkü günlük politika tartışmalarının üstünde bir felsefi yeri var, şöyle ki; söz konusu olaylarda yer alan insanların her biri, kendi dünya görüşleri çerçevesinde “doğru” olanı yapmaya çalışıyorlardı. Benim arkadaşım bilim insanı olarak doğru olanı “liyakat” değeri olarak görüyordu ve onu yaşatmaya gayret ediyordu. Onun karşısındakiler için ise “bizim insanımızı seçmek” doğru davranıştı; çünkü bir “savaş” içinde görüyorlardı kendilerini ve “düşman” cephesinden birinin üniversiteye sızma ihtimalini önlemek akıllıca bir davranıştı. Bizim aşiretten olmayan “ötekilerin” tehlikeli olduğuna inandığı sürece her insan ötekileri içeri almamaya özen gösterir.

Ama gerçek şu ki, bilimsel düşünce aşiret kültüründe gelişemez; çünkü bilimsel düşüncenin temelindeki “gerçeğe saygı,” “verilere dayalı konuşmak,” “liyakat” gibi evrensel değerlere aşiret kültüründe yer yoktur.

Bu okuyan üniversite öğrencileri ve üniversitede çalışan görevliler kendi okudukları bölümde aşiret kültürü – bizden olanlar ve ötekiler ayırımı – var mı, yok mu, kendileri kararları verirler. Ben gözlemlemeniz için farkındalıklar sunuyorum.

Aydınlık bir gelecek için…

Doğan Cüceloğlu (07.05.2011)



--

24 May 2011

Dünya sen böyle olduğun için bu haldedir.

http://www.zestcoaching.com/secilmis-yazilar/177-dunya-sen-boyle-oldugun-icin-bu-haldedir.html

--
Levent Kafadar
http://corbanintuzu.blogspot.com
http://www.facebook.com/levent.kafadar
http://twitter.com/#!/bioastin

Bırak
hayatına eşlik etmek isteyenler gelsin seninle...Herkesin gideceği
bir yol vardır. Sen yeter ki yanında yer ayırmayı bil...Ne sen
kimse için mecburi istikametsin, Ne de bir başkası senin için
çıkmaz sokak...''

19 May 2011

Değişimi Kucaklamak




İnsanların birçoğu özellikle dış kaynaklı değişimler söz konusu olduğu zaman uyum güçlüğü çekiyorlar. Uçaklar bu kadar ucuzlamadan önce uzunca süre Varan Turizm şirketinin otobüsleriyle seyahat ediyordum. Bir gün İstanbul Ataşehir’deki terminallerini Dudullu’ya taşıdılar. Eskiden 9 dakikada ulaşabildiğim bu terminale artık daha uzun sürede ulaşacaktım. Bu değişikliğe içsel bir tepki gösterdim. Dışsal bir tepki göstermem anlamsızdı. Yani bir mektup yazmak, neden bu terminali başka bir yere taşıyorsunuz diye sormak pek bir fayda getirmeyecekti. Çünkü koca şirketin mutlaka ki, bu terminal yerini taşımayla ilgili geçerli nedenleri vardı. O sıra kafamın içinde bu değişime direnç gösterdiğimi fark ettim. Bu taşınmanın da bir avantaj olabilir diye düşündüm. Sonradan araçla yeni terminale ulaştığımda yolun 11 dakika aldığını fark ettim; yol sadece iki dakika daha uzamıştı. ama hepsi o kadar. Üstelik yolun tamamını otobandan gidebiliyorduk artık.


Daha önce danışman olarak çalıştığım bir kurumda yönetim değişti. Kurmay görevlerde çalışan herkes yeni yönetime bir tepki gösterdi. Eski yönetimin tarzıyla yeni yönetimin tarzı hiç birbirine benzemiyordu.  Ayrıca yepyeni bir vizyon ve hedef seti vardı. Sonunda 11 danışma kurulu üyesinin tamamı, yeni yönetim döneminde ayrıldılar. Yeni yönetim geldiğinde kendime şunu sordum: Yeni yönetime nasıl katkıda bulunabilirim? Bu soru cevap olarak bana eski yönetime sunduğum hizmetlerin dışında bazı konuları gündeme almama yardım etti. Böylece kurumla çalışmaya devam ettim.


Arkadaşlık tarihçesi tutacak kadar geniş bir arkadaş çevresine sahip oldum. Çok iyi arkadaşlarım oldu ve onlarla çok güzel zaman geçirdim. Ne var ki, zaman ve olaylar, birlikte birkaç yıl geçirdiğim arkadaşlarımı benden uzaklaştırdı. Ama ne bir çatışma, ne de bir husumet buna neden oldu. Bazısı yurt dışına yerleşti; bazısı başka bir şehre gitti; bazısı aşırı yoğun bir iş temposuna girdi; bazısı da şehrin bana oldukça uzak bir köşesine yerleşti. Araya giren mesafe ya da işler, her gün görüştüğüm, saatlerce sohbet edip hayatımı paylaştığım bu insanları benden aldı. Çok sevdiği arkadaşından ayrılan hemen herkes üzülür; ben üzülmedim. Çünkü eskilerinin çıkışlarıyla birlikte hayatımda yeni arkadaşlar için yer açılmış oluyordu. Üstelik eski arkadaşlarıma da istediğim zaman erişebiliyordum. 


Değişimle ilgili en zor işlerden bir tanesi, özellikle dışsal değişimleri kabul etmektir, Varan hikayesinde olduğu gibi. İş yerinde üstleriniz ya da müşterileriniz hiç istemediğiniz bir değişiklik yapabilirler. Arkadaşınız ya da nişanlınız hiç istemediğiniz halde sizden ayrılabilir. Çocuğunuz ona olan tüm sevginizi bir kenara koyarak yurt dışına okumaya gidebilir. Ekonomik koşullarınızın geriye gitmesinden dolayı, alıştığınız standartların altında yaşamak zorunda kalabilirsiniz. Bütün bu koşullar altında yapacağımız şey, değişimi kucaklamaktır. Değişimi kucaklamak, önemli ölçüde bir paradigma (anlayış) değişikliği yapmakla ilgilidir. New York Üniversitesi’nde öğrenciliğimin ilk haftalarında şehrin soğuk havası ve Amerika’daki kıtaya özgü böceklerden şikayet ediyor; sürekli içimden “Ah şimdi Türkiye’de olmak vardı” diyordum. Ne var ki, eğer Amerika’da doğmuş olsaydım, soğuk havayı da, Amerika’ya özgü böcekleri de normal kabul edecektim.  Bütün anlattığım örneklerde, eğer değişim gerçekleştikten sonra o kişi ve kurumlarla bağlantı kursak hiçbir direnç göstermeden o durumu kabullenirdik. Örneğin, Varan Turizm’in eski terminalini bilmeden yeni terminalini öğrenseydim; onu kabul etmek daha da kolay olurdu.


Dolayısıyla değişimi kucaklamanın en kolay yolu, eskiyi aklımızdan hızla silip sanki yeni hep varmış gibi düşünmektir.

 

__._,_.___
Melih Arat

9 May 2011

Tırtıl & Kelebek



Görünenle yetinirsen eğer sadece tırtılı bilirsin, çirkindir ya tırtıl, gönlünü çelmez. Görünenin ötesine geçmek istersen eğer, aradan örtüyü kaldırıp da gönül gözü ile bakarsan kelebeği bulursun karşında. Güzeldir ya kelebek, gönlün ona akar. Lakin gönül gözünle görürsen eğer, kelebeğe değil tırtıla sevdalanırsın.

Elif Şafak





8 May 2011

Denizyıldızı teorisi

DENİZ YILDIZI ÖYKÜSÜ

Bir adam okyanus sahilinde yürüyüş yaparken, denize telaşla bir şeyler atan birine rastlar. Biraz daha yaklaşınca bu kişinin, sahile vurmuş denizyıldızlarını denize attığını farkeder ve“Niçin bu denizyıldızlarını denize atıyorsunuz?” diye sorar. Topladıklarını hızla denize atmaya devam eden kişi, “Yaşamaları için” yanıtını verince, adam şaşkınlıkla “İyi ama burada binlerce denizyıldızı var. Hepsini atmanıza imkan yok. Sizin bunları denize atmanız neyi değiştirecek ki?” der. Yerden bir denizyıldızı daha alıp denize atan kişi, “Bak onun için çok şey değişti,” karşılığını verir.

 

 

"Yeni kavramlardan daha önemli olanı, yeni kavramları nasıl uygulayacağımızı bulmak. Ne var ki, değişim karşıtları bırakın yeni kavramları uygulamayı duymayı bile istemiyor.

Denizyıldızı, dünyadaki canlıların en ilginçlerinden biri. Avustralya resiflerinde 1990'ların başında denizyıldızı sayısının artması, denizdeki ekolojik dengenin bozulmasına yol açmış. Bir grup denizyıldızlarını öldürerek, deniz yıldızı sayısını dengelemek istemiş. Bir balıkadam grubu, dalarak bıçakla buldukları tüm denizyıldızlarını ikiye bölmüşler. Sonuç, denizyıldızlarının nüfusu ikiye katlamış. Denizyıldızı'nın bir kolunu kesecek olursanız, o kol yeniden çıkar; beş kolunu birden keserseniz beş kol birden çıkar; daha ilginci kestiğiniz her kol kendine bir deniz yıldızı çıkarır. Dolasıyla elinizde bir değil, altı denizyıldızınız olur. Denizyıldızlarının başı olmaması, bir anlamda öldürülememesine yol açıyor.

İspanyollar, 1520'lerde İnkaları ve Mayaları kolayca yendiler. Tarihin güç olarak en dengesiz savaşlarından biri olmasına rağmen, İnka ve Mayaların sayıca üstün olması hiçbir işe yaramadı. İspanyollar birkaç yüz kişilik askeri birlikleri ile onbinlerce kişiden oluşan İnka ve Mayaları nasıl yendiler? Bu sorunun cevabı oldukça basit, İspanyollar İnka ve Mayalarla savaşmak yerine hızlıca İnka ve Maya Krallarını ele geçirdiler. Başsız kalan İnka ve Mayalar ne yapacaklarını şaşırdılar ve İspanyolların kontrolüne geçtiler.

İspanyollar, Güney Amerika'ya bu kadar hakimken neden Kuzey Amerika'yı ele geçiremediler? İngilizlerin Amerika'ya ilk yerleşmesi 1607 yılında olmuştu. Demek ki 80 yıl boyunca İspanyollar Kuzey Amerika'yı ele geçirme gayretlerine rağmen başarılı olmamışlardı. İspanyollar, Orta Amerika'daki Aztekleri aşıp kuzey Amerika'ya geçmeye çalıştıklarında Apaçilerle karşılaştılar. Apaçiler, Azteklere hiç benzemiyordu. Çünkü Apaçilerin bir kralı ve lideri yoktu; her Apaçi grubu diğerlerinden bağımsızdı. Dolayısıyla bir apaçi grubunu yok etmeyi başarsanız bile diğer Apaçi grupları tamaman sağlıklı bir şekilde kendini yönetiyor ve saldırdığınız takdirde mücadele ediyordu. Apaçiler, bir tür denizyıldızı organizasyonlardı. Başları olmadığı için yok edilemiyorlardı.

Ori Brafman ve Rod Beckstrom'un bu denizyıldızı teorisi, yönetim alanında bir çığır açma özelliğine sahip. Neden diye sorarsanız, neredeyse tüm yönetim teorileri, bir başı ve lideri olan örgütlenme teorisine dayanır. Daha çok 21.yüzyılda karşılaştığımız başı olmayan örgütlenmeler, bir tür yenilmez özelliğe sahipler. Örneğin, İnternetten bedava müzik indiren o kadar çok insan var ki, telif hakkı sahibi şirketlerin bu insanları durdurabilmek için milyonlarca dava açması gerekiyor. Müzik indirme işine aracılık eden bir şirketi dava edip kapattırsalar, yerine iki tane daha açılıyor. O ikisini de kapattırsalar, yerlerine dört ya da sekiz tane daha açılıyor. Dolayısıyla bu müzik ve bunun yanı sıra şu anda film indirme işinin durdurmanın bir imkanı yok. Çünkü bu müzikleri indiren ve indirme altyapısını sağlayan bir tür denizyıldızı organizasyonlar.

Nokia, neden iPhone karşısında kaybediyor? Cevabı oldukça basit ve şaşırtıcı. Nokia telefonlarda çalışan programlar, Nokia mühendisleri tarafından yazılıyor. iPhone'larda çalışan programlarsa dünya üstünde iPhone'dan maaş almayan gönüllü yüzbinlerce mühendis tarafından yazılıyor. Bir grup uzman mühendis önünde sonunda kaybetmek zorunda.

Bugün kafası olmayan organizasyonların sonunda kalıcı başarı elde edeceği bir dünyaya doğru gidiyoruz. Ben kendi hesabıma, kendi işletmemi tamamen benden bağımsız hale getirebilmenin yollarını arıyorum; başkası benim kafamı koparmadan, kendi denizyıldızı organizasyonumu kurabileyim diye.

 

 Melih Arat



'

Bir insan kendisine olan saygısını nasıl anlayabilir? ilginizi çekiyorsa keyifli sohbetler

http://www.dogancuceloglu.net/tvprogrami/35-saygi


Mesleki Deformasyon*

Mesleki deformasyon , o mesleği ifa etmezken dahi,etrafınızda o meslekle ilgili unsurları görmek.Yani mesleğinizin tüm algı dünyanızı elinize geçirmesinden kaynaklanan deformasyon.Marlx'a göre,özellikle vasıfsız işçilerin, otomasyonun da  gelişimiyle kullandıkları makinenin bir parçası haline gelmesi.İnsanın, makineyi kullanan özne olmaktan makinenin kullandığı nesneler haline dönüşmesi.Bu durum da insanın yabancılaşmasına neden olur.

Çalışma ve iş dünyası,insanın kendini ifade edebileceği çok temel bir alan.Çalışmayı kendi iradenizle yapmaktan çıkmışsanız; yani siz işi götürmüyorsanız, iş sizi götürüyorsa kendinizi ifade etmek ve kendinizi gerçekleştirmek için çok önemli bir kayba uğramışsınız demektir.

Yabancılaşma, mekanik işler yapan işçiler için mesai saatlerinde geçerli.Günümüzde yöneticilere baktığımızda içinde bulundukları sistemin,onları kendilerine yabancılaştırdığını söyleyebiliriz.Çünkü ulaşmak istedikleri hedefler için atmak zorunda oldukları adımlar,hayatlarının bütününü kapsıyor.İçinde bulunduğunuz sistemin parçası haline gelmeye başladığınız,alınan kararlar üzerinde inisiyatifinizin olmadığı,işin manasıyla ilişkinizin kalmadığını hissettiğiniz tüm işler , bu çerçeveye giriyor.Kendimizi gerçekleştirmek için çok önemli bir araç olan çalışma,artık bizim elimizde değildir,biz çalışmanın insanı haline dönüşmüşüzdür.

Yabancılaşmaktan koruyabilecek olan, insanın neyi neden yaptığını belirlemesi.Bir kurumun strateji ve hedeflerinin çalışanlarla paylaşılması,yöneticilerin kendi adımlarının o hedefle ne kadar ilişki içinde olduğunu görebilmesi çok önemli.

Giderek dünyada da yaygınlaşan,iş-hayat dengesi yaklaşımı önemli bir korunma yöntemi.Bu gittikçe zorlaşıyor, çünkü teknoloji ve iletişimin sağladığı "imkanlar" işimizi bir çok yerde yapabilmemizi sağlıyor.Bununla birlikte özgürleşemiyoruz da. İşimiz,hayatımızdan daha fazla pay almaya başlıyor.İş,zaman ve mekan kısıtlamalarını yıkıp hayatımızın içine giriyor.Bu durumdan korunmak için önce farkına varmak gerekli.

İnsanın kendindeki yabancılaşma ve deformasyonun farkına varması çok güç , çünkü zaten kendine yabancılaşmış durumda.

Yukarıdaki makale 2-3 yıl öncesi Sn.Ecmel Ayral'la yapılan bir söyleşiden alıntı olup bugüne geldiğimizde bu deformasyonun ve yabancılaşmanın daha da hızlandığı kanaatindeyim.

İnsanın en başından beri kendi yetenekleri doğrultusunda bir eğitim ortamından geçemediği günümüzde, eğitim sistemimizin de tek tip düşünce kalıplarından kendini kurtaramadığı, farklılıkların zenginlik olduğunu idrak edemediğine şahit olmaktayız. Son yıllarda sistem üzerinde devamlı oynamaların iyiye işaret olduğu kanaatindeyim. En son meslek liselerine yapılan başvuruların sayısındaki çok hızlı artış sevindirici.

İnsanın kendi seçimleri yapabilmesi ve bu seçimlerinin sorumluluklarını üstlenebildiği ölçüde bir "özgürleşmeden" bahsedebiliriz. Bu seçimin de tabii bedeli var her şeyde olduğu gibi. Çok değerli A.Şerif İzgören hocamızın ifade ettiği "Bedava peynirin sadece fare kapanında olduğu" gerçeğini unutmadan  insanın iş ve aile hayatında bir dengenin oluşmasına yönelik bir hayat biçimi sürme gayretinde olamnın  sağlıklı ve gelişmiş bir toplumun önemli göstergelerinden birisi olduğunu ifade etmek istiyorum son söz olarak.

Sözün Özü: Seçmek,seçmediğini kaybetmeyi göze almaktır. Andre Gide

Deformasyon: Biçimi bozulma,biçimsizleşme (tdk)

Kaynak: Dr. Ecmel Ayral / Bilgi Üniv.Öğr.Üyesi 


7 May 2011

8 adımda "Borsa"

Borsa, ne bir 'para çekme' makinası, ne de 'kolay para' kazanma oyunu değildir, aksine tek silahı bilgi ve tecrübe olan en zorlu arenadır.

 

Birilerinin kazanması için, birilerinin kaybetmesi gerekir

 

Kaybetmeyi göze alamayacağınız parayla oynanmaz.

 

Ne zaman vuracağınızı, ne zaman kaçacağınızı, ne zaman duracağınızı bilmelisiniz

 

Trend dostunuzdur.

 

Söylentiler alınır, haberler satılır.

 

Herkes alırken satılır, herkes satarken alınır.

 

Nakit'te bir pozisyondur!




Teknik analiz neden işler? Acaba hayatımızın da bir teknik analizi yapılabilir mi?







Genel görüş olarak kabul edilen "Borsacılık 90% psikolojidir" görüşü


Genel görüş olarak kabul edilen “Borsacılık 90% psikolojidir” görüşü tutarlı olsun ya da olmasın, iyi borsacılar başarılı bir işlem için borsa psikolojisi bilgisini tekniklerinin içine her zaman temel etkenlerden biri olarak eklerler. Bazı basit kavramları öğrenin ve neden bazılarının “Kendini öğrenmeden, Borsa’yı öğrenemezsin” ile çeliştiğini görün.


Eğer işlem yaparken, negatif duygulara eğilimliyseniz, masanızda bir süreölçer tutmak ve bu duyguyu hissetmenizin ne kadar zaman aldığını ölçmek, iyi fikir olabilir. Korktuğunuzu veya hırslandığınızı hissettiğiniz andan, bu duyguların geçtiği ana kadar olan süreyi yazmak için bir not defteri tutun. İlk başta şapşalca gelebilir, fakat öğreneceksiniz ki; duygularımız kalıcı değildir ve o anda ne kadar kötü görünseler de, her zaman geçeceklerdir. Deneyimlerinizi derlerken, muhtemelen göreceksiniz ki, hiçbir zaman bitmeyecek endişelenme yerine, her duyguyu tecrübe etmek az zaman alır.

Hırsı kontrol etmek

İşlem yapma psikolojisi literatüründe, hırs daha sık tartışılır. Çünkü korkudan daha kolay tartışılan bir konudur. Her şeyin sonunda, para yapmak için işlem yapıyoruz. Özellikle başarıyı tecrübe ediyorsak bu dürtünün bize hükmetmesine ve kendimizden geçirmesine izin vermek kolaydır. O zaman hırsta bu denli yanlış olan nedir?

Hırsın kendisi veya ölçü dahilinde olanı çok kötü olmayabilir, hırs duygusu sizi devraldığında planınıza veya çıkarınıza ters düşecek şekilde hareket etmenize sebebiyet vererek problem haline dönüşür.

  • Hırs, aşağıdaki tedbirsiz işlem yapma davranışlarının birçoğunu veya hepsini yapmamıza neden olabilir:
  • Uzun bir yükselişten hemen sonra, fiyatın daima yükseleceğini düşündüğümüz için satın almak.
  • İşlem yapmadaki riske bakmamak veya kabul edilebilir “Zararı Durdur” talimatı tanımlamak.
  • “Zararı Durdur” noktasını göz ardı etmek.
  • Normalden daha büyük bir pozisyon oluşturmak.
  • Pozisyonumuzun miktarını başarısız olamayacağımızı düşündüğümüz için hızlıca arttırmak.

Temel olarak piyasa, kendimize en çok güvendiğimizde, aciz olduğumuzu hissettirecek kayıplar verdirmenin yolunu bulur. Büyük bir kazançtan veya küçük kazançlar serisinden sonra kendimize çok güveniriz buda normal işlem yapma metotlarımızı değiştirmemize ve planımızın dışında hareket etmemize neden olur. Kendimize en çok güvendiğimizde, aşırı hırsımızı tecrübe ederken pazarın riskini hafife alırız ve kaybedebileceklerimizin yerine ne kadar VEREBİLECEĞİNE odaklanırız.

Korku’nun üstesinden gelmek 

Bazı borsacılar, genellikle (“Ne kadar kazanabilirim?”) hırsının kurbanı olurken, piyasada kaybetmeyi tecrübe etmiş olan diğerleri, o anda (“Ne kadar kaybedebilirim?”) veya (“Piyasa benden ne kadar götürebilir?”) korku ve aşırı endişesini hissederler.

Bu korkularla baş etmemize yardımcı olacak bazı kaynaklara göz atalım. Bu korku sadece para kaybetme korkusundan daha ötedir. Aşağıda korkuları sıralayalım.

  • Para kaybetme korkusu 
  • Kaçırma Korkusu (Hamleyi) 
  • Kazancın kayba dönüşme korkusu 
  • Hatalı olma korkusu (veya doğru olmama) 

İşlem yaptığımızda doğru olmayı ve para yapmayı bekleriz, fakat fiyat aleyhimize hareket ettiğinde, hızla korku ve aşırı endişenin başladığını hissederiz. “Zararı Durdur” noktasını belirlememize rağmen, fiyat o noktaya yönlendiğinde aşırı endişe duyabiliriz. Daha kötüsü, eğer “Zararı Durdur” noktamız yoksa, fiyatın hızla aleyhimize hareket ettiği ve dolayısıyla zararın arttığı bir ortamda, hamle yapamaz halde donup kalmamıza yol açan “Spot Işıklar Altındaki Geyik” sendromu yaşayabiliriz.

Her nasılsa, korku “Para Kaybetmenin” ötesine gider. Fiyat hareketinin dışında kalacağımız “Korku” su, fiyat hareketine atlamamıza neden olabilir. Masada para bırakma (özellikle karın zarara dönüşmesine neden olmak), “Korku”su işlemden çok önce çıkılmasına neden olabilir (hedeflenilen kar yakalanmadan). Daha çok güvenimiz olsaydı ve planımızı uygulasaydık, daha çok kar elde edebilirdik. İşlem yaparken bunun üstesinden gelmek için küçük karları gördüğümüzde, çıkış düğmesine basacağız.

Korkuyu hissettiğimiz zaman, sonuçta işlemi terk etmemize veya yeni işleme girmemize neden olsa da üstesinden gelmek için ani adımlar yapabiliriz. Korkunun, zararlı davranış, alışkanlık, madde bağımlılığı (alkol bağımlılığı, v.b.) sebebiyet vermesine, izin vermemek önemlidir.

http://blog.hissebulucu.com/

Borsa nedir? Borsacı (Trader) kime denir? Sürelere göre borsacılara verilen isimler?

Borsa nedir?
Halka açık şirketlere ortak olmak için oluşturulmuş piyasadır.

Borsanın temel amacı nedir?
Şirketlere, halkı kendilerine ortak ederek nakit kaynağı sağlamak
Bireylere, halka açılmış şirketlere ortak olabilmeleri için şeffaf ve güvenilir bir ortam sağlamak

Borsacı (Trader) kime denir?
Borsada değerli evrak değişimi yapmak suretiyle kar elde etmeye çalışan ve geçimini bu yolla idam eden kimselere verilen isim.

Kaç tür borsacı vardır?

  • Spekülatörler
  • Finansçı
  • Teknik Analizciler

Sürelere göre borsacılara verilen isimler?

  • Günlük Borsacı (Day Trader) Aynı gün alımı ve satımı gerçekleştirenler.
  • Dönüş Bekleyen Borsacı (Swing Trader) İki gün ile iki hafta arasında alımı ve satımı gerçekleştirenler.
  • Borsacı (Trader) İki hafta ile dört hafta arasında alımı ve satımı gerçekleştirenler.
  • Yatırımcı (Investor) Dört hafta ve daha uzun sürede alımı ve satımı gerçekleştirenler.
Hisse (Stock / Equity / Security) nedir?
Bir şirketin değerini temsil eden her bir birime verilen isimdir. Halk arasında “pay” olarak adlandırılır.

Hisse senedi nedir?
Hisseyi temsil eden resmi evrak için kullanılan isimdir.

Hisse senedi fiyatı nedir?
Hisse senedinin değerini belirleyen ücrettir.

(Peki bizim katma değerimizi "ücretimizi" kim belirlemekte ve bunu gerçekten ölçebiliyor muyuz? yoksa mecburiyetler,zorunluluklar,alternatifsizlikler,sosyal haklarının kaybedilmemesi,korkular,sorumluluklar.............mıdır bizi sabit ücrete mecbur kılan)

Eğer soruyu doğru sorarsanız cevabı yine sizde!


Kaynak :http://blog.hissebulucu.com/


5 May 2011

Olgunlaşmak

İlişkilerde tasarrufa gidiyorsun her şeyde olduğu gibi
ve gereksiz insanları hayatından atmak istiyorsun.
Yapmacık, inanmadan konuşmak istemiyorum artık.
Beni anlamayanlarla konuşmak cümle kirliliği oluşturuyor.
ve hak edenlere saklıyorum enerjimi.
İstediğime istediğimi deme özgürlüğüne sahibim,
eleştirme hakkını oluşturan...
yaşamışlık ve yeterli yaş faktörü artık bende de var.
Ben demiştim sendromunda olanlarla arkadaşlıkları bir kez daha sorguluyorsun.
İlişkilerini sadeleştirmeye başlayınca
sıra iyi ve kötü gün dostlarını ayıklamaya geliyor.
Kötü gün dostlarını belirliyor ve onlara daha çok önem veriyorsun.
İyi gün dostu bulmak ne kadar kolaysa
kötü gün dostu bulmak bir o kadar zor, biliyorum.
Dostlar ihtiyaç olduğunda göçmen kuşlar gibi sıcağa uçuyor ve sadece seninle birlikte sürüden ayrı düşenler kalıyor..

Can Yücel - Olgunlaşmak



3 May 2011

İnsanlar onlara ne SÖYLEDİĞİNİZİ unutabilirler..İnsanlar onlara ne YAPTIĞINIZI da unutabilirler..AMA..


Gerçek bir hikaye ; Bu olay 14 Ekim 1998 de kıtalararası bir uçuş esnasında
gerçekleşti.Bir hanım zenci bir adamın yanında oturuyordu.Hanım sinirliliğini belli
edercesine hostesten başka bir yer bulmasını istedi.Zira öylesine antipatik bir
adamın yanında oturmak istemiyordu.

Hostes tüm uçağın dolu olduğunu fakat 1.sınıfta yer olup olmadığına bakacağını
söyledi.Diğer yolcular şaşkınlık ve tiksintiyle olayı izliyorlardı.Bu kadını sadece
terbiyesizliğine değil bir de 1 sınıfta yolculuğa devam edeceğine şahit oluyorlardı.
Zavallı adamcağız çok kötü bir durumda olmasına rağmen cevap vermemeyi
tercih etti.

Bu yüksek tansiyondaki durumda Kadın 1 sınıfta ve O Adam’dan uzakta
uçabileceğine tatmin olmuştu.Bir kaç dakika sonra hostes kadına;
__”Çok özür dilerim gerçekten de uçakta hiç boş bir yer yok.1. sınıfta bir yer
bulduğum için mutlu oldum.Bu yeri bulmak biraz zamanımı aldı.Zira bu değişiklik için
pilottan izin almam gerekiyordu.”
__”Hiç kimse sorun çıkaran bir diğer kişinin yanında oturmak mecburiyetinde
tutulamaz ” dedi ve bu izni verdi.

Diğer yolcular kulaklarına inanamıyorlardı.Bu esnada Kadın da bir zafer
kazanmış gibi yerinden kalkmaya hazırlandı.

Sonra hostes oturmakta olan zenci Adam ‘a dönerek;
__”Beyefendi sizi uçağın 1. sınıfındaki yeni yerinize götürmem için beni takip
edermisiniz lütfen?Seyahat firmamız adına kaptan pilotumuz sizden böyle nahoş
bir olay yaratan kimsenin yanında oturmak mecburiyetinde bırakıldığınız için
çpk özür diliyor” dedi.

Tüm yolcular hep birlikte bu olayı iyi bir biçimde sonuçlandıran uçak personelini
alkışlayarak tebrik ettiler.O yıl kaptan pilot ve hostes uçaktaki davranışlarından
dolayı ödüllendirildiler .

Bu olaydan sonra firma sorumluları ekibin yolculara karşı davranış eğitimine
yeterince önem vermediklerini anladılar.Uçak firması hemen gerekli değişiklikleri
yaptı.Bundan böyle aşağıdaki mesaj tüm ofislerepersonelin görebileceği bir biçimde
iletildi.


İnsanlar onlara ne SÖYLEDİĞİNİZİ unutabilirler..
İnsanlar onlara ne YAPTIĞINIZI da unutabilirler..
Ama İnsanlar onlara kendilerini nasıl HİSSETTİRDİĞİNİZİ asla unutmazlar.

İnternetten Alıntı







1 May 2011

Her zaman istemek







Sir Ken Robinson: Başlasın öğrenme devrimi! Yeni şeyler söylüyor. (Mayıs 2010 konuşması)







'Keşke'leriniz, 'iyi ki'lerden çoksa...



Teypte eski bir Cohen şarkısı:

'Yolumu gözleyen bir kadını terk ettim / karşılaştık bir süre sonra /‘Gözlerinin feri sönmüş’ dedi bana: / ‘Aşkım, ne oldu sana? ’/Böyle gerçeği söyleyince / ben de doğru söylemeye çalıştım ona /‘Senin güzelliğine ne olduysa’ dedim, / ‘benim gözlerime de o oldu’.

8 - 10 dizeye sıkışmış hazin bir aşk hikayesi... Buruk; kırılmış oyuncaklar kadar...
Ve yenik; 'keşke'li cümleler gibi... Bu sözcüğü kaç konuşmanızın başına eklemişseniz onca ıskalamışsınızdır hayatı...

Dört mevsimlik bir sene olsa ömür, 'keşke', onun güzüne denk gelir.
Hepten vazgeçmek için erkendir, telafi etmek için geç...

Mağlubiyetin takısıdır 'keşke'...
Kaçırılmış fırsatların, bastırılmış duyguların, harcanmış hayatların, boşa yaşanmış ya da hakkıyla yaşanamamış yılların, gecikmiş itirafların ağıtıdır.

Çarpılıp çıkılmış bir kapıda, yazılıp yollanmamış bir mektupta, göz yumulmuş bir haksızlıkta, vakit varken öpülmemiş bir elde, dilin ucuna gelip ertelenmiş bir sözdedir.

Feri sönmüş bir çift gözde ya da yitip gitmiş bir güzelliğin ardından iç çekişte...

'Yolunu gözlemeseydim', 'öyle demeseydim', 'terk edip gitmeseydim', 'en güzel yıllarımı vermeseydim' diye diye sızlanır gider.

'Keşke'nin panzehiri 'iyi ki'dir.
İlki ne kadar pısırıksa, ikinci o denli yiğittir.

'Keşke', çoğunlukla bir 'ahhöla kopup gelir ciğerden... esefler, hayıflanmalar, yerinmeler sürükler peşinden...

'İyi ki' ise, muzaffer bir 'ohhöla büyür; cüretiyle övünür.

'Keşke'li cümlelerde nasıl yaşanmamışlığın, yarım kalmışlığın o ezik tuzu kuruluğu varsa, 'iyi ki'lilerde de göze alabilmişliğin, riske girebilmişliğin, tadına varabilmişliğin mağrur yaraları kanar.

Okulu hiç kırmamışsınızdır, sinemada öpüşmemişsinizdir; dokundurtmamışsınızdır kendinize, bir kez olsun gemileri yakmamışsınızdır.

Konuşmanız gerektiğinde susmuş, koşacağınız zaman durmuş, sarılacağınız yerde kopmuşsunuzdur.

Bir insana, bir işe, bir davaya ömrünüzü adamışsınızdır. O insanın, o işin, o davanın, bunu hak etmediğini sezmenin hayal kırıklığındadır 'keşke'...

'Şimdiki aklım olsaydı' dövünmesindedir. Geriye dönüp baktığınızda, ayıplara, yasaklara, korkulara, tabulara feda edilmiş, 'Ne derler'e kurban verilmiş, son kullanma tarihi geçmiş bir yığın haz, bilinçaltından el sallar.

'Keşke'cilerin hayatı, kasvetli bir pişmanlıklar mezarlığıdır.

'İyi ki' öyle mi ya! ...

Onda, yara bere içinde de olsa, yana yana, ama doyasıya yaşamış olmanın iç huzuru ve haklı gururu haykırır.

'İyi ki'lerinizi toplayın bugün ve 'keşke'lerinizden çıkartın. Fazlaysa kardasınız demektir.

Aldırmayın yüreğinizdeki kramplara, mahzun hatıralara... Rüzgarlarla koştunuz ya...

'Keşke'leriniz, 'iyi ki'lerden çoksa...
Telafi için elinizi çabuk tutun. Tutun ki, yolunuzu gözlerken terk ettiğinizle bir gün yeniden karşılaştığınızda siz susarken, feri sönen gözleriniz 'keşke' diye nemlenmesin...