18 Haz 2010

Ticaretin yeni şekli :www.xticaret.com

Artık ticareti internet ortamında ve digital ürünler üzerinden yapabileceğimiz yeni nesil elektronik pazara davet ediyorum sizleri.


XTicaret Üyelik

15 Haz 2010

Öyle insanlar olsaydı ki,


Ne sahip olduğumuz eşyalar, aldığımız ödüller ne de parlak ışıklarla yazılan adımız… Bunların tümü bir anda sönebilir, yok olabilir. Önemli olan ve bizden sonra da kalacak olan, yaşamımız süresince kimi kişilerin yaşamlarına renk katabilmek, onları biraz daha mutlu edebilmek ve… Dünyanın daha yaşanabilir bir duruma gelebilmesi için verdiğimiz uğraşların, sonsuza dek sürecek anısıdır..
Marty Rıchards


İnsanların her geçen gün daha çok sahip olmaya, daha çok tüketmeye ve bunlarla daha çok övünmeye ihtiyaç duyduğu günümüzde 
Öyle insanlar olsaydı ki, sahip olduğu her şeyden vazgeçebilen,
Öyle insanlar olsaydı ki, egosuna zor geldiği halde doğruları kabul edebilen,
Öyle insanlar olsaydı ki, basit ve sıradan olmayı ilgi çekici olmaya tercih edebilen,
Her geçen gün artarak devam eden tüm kavgaların, çatışmaların ve polemiklerin yaşandığı dünyamızda,
Öyle insanlar olsaydı ki, faydalı işler yapabilmek için anlık çıkarlarını göz ardı edebilen,
Öyle insanlar olsaydı ki, tek bir insana bile zarar vermemek için kendi lükslerinden vazgeçebilen,
Öyle insanlar olsaydı ki, kendisi ihtiyaç duyduğu halde ihtiyaç duyana verebilen,
Fikir ayrılıklarının, üstün gelme çabalarının, kendilerini yukarıda zannedenlerin aşağıdakileri ezme girişimlerinin yoğunlaştığı zamanımızda,
Öyle insanlar olsaydı ki, başkalarının sıkıntılarını kendisine dert görebilen,
Öyle insanlar olsaydı ki, ezilenlerin haklarını koruyabilmek için ezilmeyi göze alabilen,
Öyle insanlar olsaydı ki, kalpte yerleşmiş huzurun sahip olunacak en değerli şey olduğunu anlayabilen,
İşte o zaman gelir miydik bu oyunlara?
Oyuncakların büyüsüne kendimizi kaptırıp unutur muyduk gerçek hikâyeyi?
Sahnede bizlere verilen geçici rolleri heba eder miydik? 


Dönüşüm Konağı
Necla Kadıyoran


Hata değil öğreti.......

Bazen öyle olaylar yaşanır ki hayatta,
Sen doğru zannedersin aslında yanlış çıkar,
Sen beyazda bir şey yaptığını sanırsın,
Ama yöntemin siyah taraftadır.
Ve bunu fark edemezsin.
Ve aslında beyazı çok istemekte,
Beyazı bile aşırı istemekte zarar verir.
Oysa asıl olması gereken,
Bedelini ödeyebileceğin şeyi istemektir.


O istediğin şeyi yapamazsan;
İçin acıyacak,
Dünyan kararacak,
Yalnız kalacaksın,
Zannedersin ama yanılırsın.


Sen kendine “dur” demediğin için,
Hayat sana dur der ve başına bir musibet gelir.


Tek, tek gelir aklına yaşadıkların,
Artık düşünmeye başlarsın,
Ve belki de hayatında ilk kez,
Hiç huysuzlanmaDan, sızlanmadan,
Bedelini ödersin, hatta şükredersin.
Beterinden koruduğu için Yaradan.
Kendine merhamet etmeyi öğrenirsin.
 
İşte ilk yapılan hata,
Hata değil bir öğretidir.
Bundan sonra yapacakların için,
Gelen iz ve işaretleri değerlendirmen,
Daha sağlam adımlar atabilmen,
Musibetlerden korunman için,
Sunulan bir nimettir aslında.
Yeter ki görebil…


Dönüşüm Konağı
Melike Katmer



10 Haz 2010

Dünyanın tüm bilgelerinin 'en' bilgesine sormuşlar: "En iyi bildiğin şey nedir?" diye.

‘Had’ kelimesi, durmamız gereken sınırları anlatır.

     Dünyanın tüm bilgelerinin ‘en’ bilgesine sormuşlar: “En iyi bildiğin şey nedir?” diye. En bilge kişi, hiç düşünmeden cevabını vermiş: “Haddimi bilirim...” ‘Had’ kelimesi, durmamız gereken sınırları anlatır. Bu, herhangi bir konuda, kendi bilgimizi, konumumuzu ve sınırlarımızı bilip ona göre tavır koymamızı, görüş bildirmemizi sağlayan bir pusuladır. Kısacası, kendini tanımak ve sınırlarını bilmektir. Günümüzde ise maalesef sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğini bilmeyenlerden dolayı sürekli ‘sınır ihlalleri’ne tanık olmaktayız.

Hemen her konuda hepimiz uzmanız (!). Her şeyi doğuştan biliyoruz, öğrenmemize, emek harcamamıza hiç gerek yok (!). Günlük hayatta her alanda, bir an durup düşünmeden, gerçekten bilip bilmeden hemen söze dalıp görüş bildiriyor, fetvalar veriyoruz. Özellikle iyi bir şey yapıldığında veya bir başarı durumunda hemen ortaya atılıp eleştirilere başlıyoruz. Peki, “gel de sen yap bakalım” denilince de, donup kalıyoruz. Haddimizi bilme ‘özürlüyüz’ ama ‘had bildirme’ konusunda çok hevesliyiz.

Herkes, yönetici, asker, futbolcu, doktor, aşçı, sanatçı, öğretmen, avukat ve her konunun uzmanı. Asıl konuşması gerekenler ise ‘hadlerini bildiklerinden’ susuyor. Oysa asıl işinin ustalarının, uzmanlarının konuşmasına ve onların önerilerine ne kadar çok ihtiyacımız var. Çünkü yepyeni boyutları ancak bu sayede görüp öğrenebilir, gelişebiliriz.

Ünlü bir ressam, eserlerinin sergilendiği galeride, kim olduğunu belli etmeden dolaşıyor, ziyaretçilerin yorumlarını ilk elden almaya çalışıyormuş. Bu bilgiler onun için çok değerliymiş. Bu yüzden de sergide, her yaştan ve her sosyal sınıftan davetliler varmış. Bir ara en beğendiği tablolardan birinin önündeki, yaşlı adama takılmış gözleri. Adamın, önünde durup dudak bükerek bir şeyler mırıldandığını görmüş. Söz konusu resim, bir süvariyi canlandırıyormuş. Merakla yaklaşmış ve sormuş:

- Beyim, sanırım resimde beğenmediniz bir durum var! Sorunun ne olduğunu öğrenebilir miyim? Bu resmi ben yaptım da...

Adam kendinden emin, konuşmaya başlamış:

- Ben kırk küsur yıllık çizme ustasıyım. Resimde, hatalar var. Süvarinin çizmeleri gerçeğe uymuyor. Mesela şu gördüğünüz kıvrım, biraz daha aşağıda olmalıydı. Topuk kısmı da ölçeksiz çizilmiş.

Ressam, adamın sözünün bitirmesini bile beklemeden izin isteyip gitmiş ve biraz sonra, fırçaları ve boyalarıyla geri dönüp yaşlı adamın söylediği hataları düzeltmeye başlamış. Çünkü çizmeler gerçekten de hatalıymış. Sanatçı daha işini bitirmeden, çizme ustası konuşmaya başlamış:

- Bu süvarinin kalçaları da biraz uzun çizilmiş...

Ressam derhal sözünü kesmiş adamın:

-Yok, demiş, çizmedeki hatayı gösterdiniz, biz de mesleğe saygı adına anında düzelttik. Ama lütfen çizmeden yukarı çıkmayın!

Başka bir hikayeyle sözü noktalayalım.

Ulu bir çınar ağacının hemen yanında, küçük bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar

ilerledikçe, çınar ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve günesin etkisiyle hızla büyümeye başlamış ve neredeyse çınar ağacıyla aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş çınar ağacına:

- Kaç ayda bu hale geldin ağaç?

- “82 yılda” demiş çınar...

- “82 yılda mı?” diyerek katıla katıla gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.

- Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!

- “Doğru” demiş ulu çınar “doğru”.

Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgarları başladığında kabak önce üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Bu defa endişeyle sormuş çınara:

- Neler oluyor bana ağaç?

- “Ölüyorsun” demiş çınar...

“Niçin?” diye sormuş kabak.

- “Benim seksen iki yılda geldiğim yere, sen iki ayda gelmeye çalıştığın için sevgili kabak” demiş çınar...

Kabaklar, kabak tadı vermeden; çizmeleri aşmadan, bir an önce ‘haddimizi bilmeyi’ öğrenmeliyiz.

(Pembe CANDANER - 16.11.2008)



3 Haz 2010

Fatih Sultan Mehmet Han'ın faziletine dair bir kıssa.(Günümüz siyasilerine ve herkesin istifadelerine sunmak isterim.)


İstanbul'un fethinden sonra, Fâtih Sultan Mehmed Hân, hocası Akşemseddîn hazretlerini ziyârete gitmişti. Sohbet esnasında şöyle bir istekte bulundu:
 
- Muhterem hocam! Elhamdülillah büyük yardımlarınızla İstanbul'u fethettik. Artık beni talebeliğe, dervişliğe kabul buyurmanızı istirham ediyorum.
 
Akşemseddîn hazretleri buyurdu ki:
 
- Sultanım, sen bizim tattığımız lezzeti tadacak olursan, saltanatı bırakırsın. Devlet işlerini tam yapamazsın. Din-i İslâmı yayma işi yarım kalır. Müslümanların rahat ve huzur içinde yaşayabilmeleri için, devletin ayakta kalması şarttır. Talebelikle padişahlığın bir arada yürütülmesi çok güçtür. Seni talebeliğe kabul edersem, düzen bozulabilir, halkımız perişan olabilir. Bunun vebâli büyüktür. Allahü teâlânın gazabına maruz kalabiliriz.
 
Bunun üzerine Fâtih Sultan Mehmed Hân, hocasına iki bin altın hediye etmek istemiş ise de, bunu da kabul etmedi.
--

1 Haz 2010

Ayna ayna söyle bana!

BİR MENKIBE (Şaşmaz bir ölçü)

* Peygamber efendimiz eshab-ı kiramdan bazı büyüklerle birlikte sohbet ederlerken yanlarına bir adam geliyor, başlıyor Peygamber efendimize kötü sözler söylemeye, "senin kadar kötü, senin kadar çirkin birini daha görmedim" diyor, benzeri hakaretler yapıyor. Eshab-ı kiram Peygamber efendimize bakıyorlar, bir işaret etse yetecek. Peygamber efendimiz, adamın her söylediğine doğru söylüyorsun buyuruyor. Sonra bu adam gidiyor, yanlarına hazret-i Ebu Bekir geliyor. Ya Resulallah ömrümde senin kadar güzel birini şimdiye kadar hiç görmedim. Senin kadar iyi birine hiç rastlamadım gibi güzel sözler söylüyor. Ona da Peygamber efendimiz doğru söylüyorsun ya Eba Bekir buyuruyor. Eshab-ı kiram şaşırıyorlar, Peygamberler şaka da olsa hiç yalan söylemezler. Peygamber efendimize, "Ya Resulallah, o adama da doğru
söylüyorsun buyurdunuz.  Ebu Bekir'e de, bunun hikmeti nedir?" diyorlar.
Peygamber efendimiz, "Ben bir aynayım, bana bakan kendini görür. O adam bana baktı kendini gördü, kendi özelliklerini söyledi. Ebu Bekir baktı kendini gördü ve kendi özelliklerini söyledi" buyuruyor.

Mümin de müminin aynasıdır. Bir Müslüman, başka bir Müslümana sen şöyle kötüsün böyle kötüsün gibi şeyler söylese bilsin ki o özellikler kendisinde vardır.

Ayna Etkisi

"…….hayat bize içimizde olup biten hakkında sürekli olarak bilgi ve düşünce yolları önerir.Bu mesajlar bize her an çevremizden gönderilir ve sürekli doğru ve derin bilgiler verir.Kim olduğumuzu ve yaşayacaklarımızı anlamamıza yardım etmek için hayat tarafından gönderilen mesajların bu birinci düzeyi "ayna etkisi" olarak adlandırılır.Hayat bizimle konuşmak ve bize yol göstermek için gerçekten sayısız desteğe dayanır ve bu sadece bizim onu dinlemize bağlıdır.Etrafımızda olan biteni ve başkalarının hayatımızdaki yerini gözlemleyerek,kendimizi anlamak için sonsuz bir alana sahip oluruz.Carl Gustav Jung'un "başkalarında kendimizden bin bir parça görürüz,"dediği bu "ayna etkisi" işte bu yaşam anlayışında yer alır.

O halde bu ayna etkisi nedir? Kişisel araştırmamda kabul etmesi en zor felsefi kavramlardan biri sözkonusudur.Gerçekten de başkalarının kişiliğinde gördüğümüz her şey sadece kendimizin bir yansımasıdır mıdır?

Birisinde hoşumuza giden bir şey olduğunda,inanmaya ya da ifade etmeye cesaret edemediğimiz genellikle kendimizden bir parça sözkonusudur.Şimdiye kadar kabuledilebilir bir ilke.Daha da ileri gidelim.Başkasında katlanılmaz bir şey gördüğümüzde bu aynı zamanda bize de ait,ama bizim kaldıramadığımız bir kutupsallığın sözkonusu olduğu anlamına gelir.Bizzat kendimizle yüzleştirdiği için onu görmek ,kabul etmek istemeyiz ve başkasında da katlanamayız.Böyle bir durumda,bu konu kabul edilmesi çok daha zor bir hale gelir.Yine de bunun üzerinde samimi bir şekilde düşünelim.Dünyanın en büyük lastik adamı olsak bile,vücudumuzun kendi gözümüzle hiçbir zaman göremediğimiz tek kısmı hangisidir?Bu yüzümüz olabilir!Oysa,bu yüz ne ifade ediyor,neye yarıyor?Kimliğimizi gösterir ve kimlik denilen belgelerin üstüne yapıştırılan zaten onun fotoğrafıdır.Yüzümüzü görebilmenin tek yolu,ona bir aynada bakmaktır.O zaman aynada yansımamızı,bize yansıttığı aksı görürüz.

Hayatta,bizim aynamız başkasıdır.Orada gördüğümüz  ve bize yansıttığı akis,kendimizin,içimizde olup bitenin gerçek aksidir.Eğer karşılaştığımız insanları"seçtiğimiz"olgusunu da eklersek bu daha da önem kazanır.Nasıl bir tokat ama! Örneğin,sürekli adaletsiz insanlarla karşılaşmamız ne de büyük bir tokat!  O zaman bu bizi,başkalarına karşı kendi adaletsizliğimiz konusunda düşünmeye zorlar.Eğer sık sık açgözlü kişilerle karşılaşıyorsak  kendi açgözlülüğümüz,genellikle ihanete uğruyorsak kendi sadakatsizliğimiz üzerine düşünelim.

Elbette,benim de çoğunlukla yaptığım gibi,başkasında hoşumuza gitmeyen ya da bizi rahatsız eden şeyin ne şekilde kendimiz olduğunu anlayamaz,göremeyiz.Ama tamamen samimiysek,kendimizi gerçekten gözlemlemeyi yargısız kabul edersek,başkasının neden bize benzediğini ve ne zaman onun gibi olduğumuzu hemen buluruz.Hayat öyle bir şekildedir ki,yalnızca bizi ilgilendiren ,bizimle ilgili olan şeyi görür,algılar ve ona yöneliriz.Yıllar önce,bir gün belli bir model araba satın almaya karar verdiğimde çok şaşırmıştım.Bu model aşağı yukarı bir seneden beri her yerde vardı.Arabayı satın almaya karar verdiğim günden itibaren,sokaklarda sürekli bu arabayı görüyordum.Oysa,bundan önceki günlerde olduğundan daha fazla araba yoktu,ama benim dikkatimi özellikle bu model çekmişti.Başkasında bizi çeken,bizi ilgilendiren şeyi de aynı şekilde görürüz.


Bu ayna etkisinin ikinci bileşeni,Bilinçdışımız,İç ses ya da Rehberimiz,bizi uygun olan kişilerle karşılaşmaya yönlendirmesidir.Bu ilke olumlu ve olumsuz yönde çalışır.Bir şeyi gerçekten istediğimizde,bize yardımcı olacak kişilere,kitaplara ya da radyo ve televizyon yayınlarına  rastladığımızda böyle olur.Ama aynı zamanda,anlamamız,yaşama dair tutumumuzda değiştirmemiz gereken bir şey olduğunda, C.G.Jung'un "eşzamanlılık" fenomeni* adını verdiği "uygun olmayan" kişilerle karşılaşmamızı sağlayan da yine bu ilkedir.Bazen kavramak yada kabul etmek zordur,fakat her durumda,sorulacak tek soru ,"Bu durumda benim anlamam gereken şey ne?" ya da "Bu karşılaşma,bu durum bana ne öğretmeye çalışıyor?" sorusudur. Samimiysek hemen cevap gelir.Lamalar ve Tibetli Budistler zaten,"hayatta en iyi öğreticilerimiz (bizi daha çok harekete geçiren,ilerleten kişiler) en kötü düşmanlarımızdır,bize en çok acı çektiren kişilerdir…") derler.

Fakat,hayatımızda olup biten ve çalışmamız gereken şeyi bize haber verdiği kabul edilen bu mesajlara karşı ne yazık ki çoğunlukla sağır ya da ağır işiten durumdayız.Bu durumda daha ileriye,başarısız eylemlere,travmalara,hatta hastalığa doğru gitmek zorundayız.Onlar bizimle konuşurlar,ama onlar açısından da,bizim onların dilini çözmeyi öğrenmemiz gerekir.  Herkes bir kolun,bir bacağın,bir midenin ya da bir akciğerin ne işe yaradığını biliyor kabul edilir.Fakat,sadece mekanik işleyişi anladığımız,bildiğimiz,bu bölümlerimizin ancak parçalanmış bir imajına sahibiz.Bu imajı,yani fiziksel bir rahatsızlığımızda ,işlevin genel anlamına ve özellikle temsil ettiği,psikolojik yansımasına doğru genişletmek iyi olur.Böylece bundan,bedenin şu ya da bu bölgesinde ortaya çıkan gerilimlerin anlamını elde edebiliriz.

"Yüreğim acı çekmekten korkuyor,dedi delikanlı Simyacıya,aysız bir gecede gökyüzüne bakarlarken.
-Acı çekmekten korkmanın,acının kendisinden daha kötü olduğunu söyle yüreğine.Ve düşlerinin peşinde oldukça hiçbir yürek asla acı çekmez."
Paulo Coelho – Simyacı

Sözün bittiği yer: Aynaya baktığın zaman yüzün kızarmasın.Geza Gardony

*Fenomen:
Olay:"Güneşin batıdan doğması gibi olağanüstü bir fenomen sayılmalıdır bu.(Kaynak:tdk

Kaynak: "Bana nerenin ağrıdını söyle sana nedenini söyleyeyim" Michel Odoul,Dharma Yayınevi,Sf:64-66

Kaynak :  www.Dinimizislam.com