31 Ara 2010

Silmeliyiz her birini.

Silmeliyiz her birini.
Kimi zaman birçok şeyi duymadan, görmeden
Sadece hedefimize konsantre olabilmeliyiz.
Prensiplerimize bağlı kalıp,
Bedel ile kucak kucağa yaşayabilmeliyiz.
Yılmadan, yorulmadan, 
Elimizden gelenin en iyisini yaparak, 
Her süreçte sükûnetimizi koruyabilmeliyiz.
Silmeliyiz sahte olan her bir şeyi,
İllüzyon içerisindeki tüm tuzakları silmeliyiz.
Baskının en şiddetli anında bile, sadece gerçek olana teslim olup, 
Samimiyet ve sadakat ile korkusuz yaşayabilmeliyiz.


Silmeliyiz her birini. 
Kazandığımız ve sahip olduğumuz tüm güzelliklerin.
Bazen çektiğimiz eziyetlere sımsıkı sarılıp,
Çoğu zaman meziyetlerimizi yok sayarak,  
Eleştirilere ve önerilere kucak açarak, yaşayabilmeliyiz.
Silmeliyiz incinmelerimizi, inceliklerimizi saklayarak.
Çoğunluğun aksine, unutmalıyız işimize gelenleri,
İşimize gelmeyenleri anlamaya çalışarak.
Silmeliyiz tüm karar ve seçim anlarındaki 
Ateşin izlerini, gölgenin altındaki gizemi.


Silmeliyiz her birini. 
Başkalarının kusurlarını görmeden,
Kendimizinkileri çok iyi anlayarak,  
Görebilmek ve bulabilmek için çaba sarf etmeliyiz.
Silmeliyiz yaşatılan ve yaşanan tüm olumsuzlukları
Affetmenin özgürleştirici gücünü hatırlayarak
Başkalarının gözündeki kılı görmeyip,
Kendi gözümüzdeki odunu görebilmeliyiz.


Silmeliyiz her birini. 
Kendimize hak, başkalarına haram saydığımız,
Bir yaşamın tüm parçalarını ve tüm anlarını.
Sadece kendi oyunumuzu kazanmak için değil,
Temas ettiğimiz her canlının da 
Kendi oyununu kazanabilmesi için 
Silebildiğimiz kadar silmeliyiz, 
Tüm sadakat ve samimiyet ile,
Gerçek olana teslim olarak 
Silmeliyiz….


 Kaynak:http://www.donusumkonagi.net/kose_yazisi.asp?id=647&baslik=silmeliyiz_her_birini..






29 Ara 2010

Altın üçgen............Ufkunuzu,düşüncenizi,eylemlerinizi etkileyecek bir yazı.(vakti olanlara!)

Samsung marka kablosuz telefonlar hakkında şikâyetler artınca, 50 milyon dolar değerindeki bütün telefonlar fabrika avlusuna döküldü. Sonra, başlarına “Önce Kalite” yazılı bandanalar giyen işçiler, telefonları parçaladılar ve yaktılar. Şok edici bir andı, ama unutulmaz ve vurucu bir mesajı içeriyordu.


Biliyorsunuz yurdum marka uzmanları cenneti. Size sürekli olarak marka olmanın erdemlerinden söz eden, marka olmazsanız para kazanamayacağınızı söyleyen uzmanlar ülkesi. Marka olmayı da sadece ve sadece bir reklam-pazarlama etkinliğinden ibaret görürler. Bu konuda en yüksek ses reklam şirketleri ve gazetelerden çıkar, çünkü sizin marka olmanız demek onların para kazanması demektir (dikkat edin sizin değil). Meselenin varmış olduğu nokta bir “al gülüm ver gülüm” noktasıdır, o nedenle de kimse arının kovanına çomak sokmak istemez ve mümkün olan daha fazla marka sevdalısını daha fazla nasıl üterim sorusu onları asıl ilgilendiren soru haline gelir. Bunun yolu da bellidir: Reklam vereceksin abicim. Reklam olmadan olmaz. Özellikle krizde daha çok reklam vereceksin (ki batışın hızlansın). 

SADECE REKLAMLA BU İŞ OLMAZ
Bir markayı sadece reklamla canlandıramazsınız. Bunun yanında eski imajını tamamen öldürmeden radikal yenilikleri kovalamakla başarı elde edilir. İşte Samsung’un CEO’su Yun da bunu yaptı...

Peki, markam gücünü yitirmeye başlarsa ne yapacağım? Ne yapacaksın, elbette reklam vereceksin. Öyle ya, sen reklam vermezsen bu kardeşlerim nasıl para kazanacak? “Ama reklam veriyoruz veriyoruz da bir türlü istediğimiz sonucu alamıyoruz?” “O zaman daha fazla reklam vereceksin.” Bunlar güzel yurdumun akıl veren kişi ve kurumlarının neredeyse her gün önümüze temcit pilavı gibi sürdüğü şeyler. Bunların sözümona özel uzmanları falan da var, arada bunları bilirkişi olarak konuşturuyorlar ki işin tezgah kısmı anlaşılmasın. Ama ortada çok ciddi bir gerçek var. Markaların gücü günümüzde büyük bir tehdit altında. Hiçbir ticari marka bundan örneğin 20 yıl önce olduğu kadar rahat değil. Tüm markalar son 10-15 yıldır inanılmaz büyük bir hızla değer kaybediyorlar. Dün markası güçlü olduğu için satış yapabilen bir firma bugün aynı markayla sinek avlayabiliyor. Eğer markalı bir iş yapıyorsanız sorun birebir sizin için de aynı. “Markanızın gücünü nasıl koruyacaksınız ve eğer markanız gücünü, yani piyasa değerini yitirmeye başladıysa bunu bertaraf etmek için ne yapacaksınız?” İşte size birkaç haftadır “stratejik risk” diye anlattığım, bugünün en ciddi piyasa risklerinden bir diğeri de bu: Marka riski. Yani markanızın değerini hızla yitirmeye başlaması riski. Bu durumla karşı karşıya kaldığınızda ne yapacağınızı bilmek sizin için hayati öneme sahip. Bugün bu riski nasıl yönetebileceğinizi anlatacağım. Ama şunu daha en baştan bilin ki daha fazla reklam vererek kesinlikle değil.

Damdan düşenin halini, 
damdan düşen anlar
Bu konuyu da dilerseniz geçen hafta olduğu gibi çarpıcı bir hikâye ile anlatayım. Koreli Samsung markası, marka riski ve sağduyulu yönetimin bu riskin nasıl azaltılabileceğinin ve marka yatırım yöntemini değiştirerek riski tersine çevirmenin klasik bir örneğini oluşturur. Yıl 1997. Koreli elekt-ronik devi Samsung tüketicilerin zihninde ucuz televizyonlar, ucuz mikrodalga fırınlar ve ucuz video kaset oynatıcılarla ilişkilendirilen bir marka. Samsung “ucuz” anlamına geliyor. O yıllarda şirketin CEO’su olarak atanmış olan kişi Jong-Yong Yun. Yun, 1997’de Asya finansal krizinin Samsung üzerindeki etkilerini incelerken riskin çok büyük olduğunu görüyor. Samsung emtialaşma ve güçlü perakendeciler sebebiyle hızla çöküşe doğru gidiyordu. Ürünleri tamamen emtialaşmış ve diğer onlarca şirketçe yapılanlarla benzer. Dahası, marka zaten ucuz ürünleriyle tanınıyor. Yüksek fiyatlar beklemenin bir mantığı yok.
Bu ortamda Yun şöyle düşünmeye başlıyor: “Eğer ucuz ürünler satmaya devam edersek şirket imajımız çok daha zarar görecek; önümüzdeki 5 ila 10 yıl içinde geleceğimiz kesinlikle marka değerimize bağlı olacak.” Yun yenilik (innovasyon) ve pazara hızlı ulaşımın tüketici elektroniği sektöründe marka değeri yaratan en önemli olgular olduğunu görüyor ki biliyorsunuz bu pazarda yeni ürünlerin değeri sadece aylarla ölçülür. Bu özelliklerin Samsung’un markasının mutlaka bir parçası olması gerekiyordu. Müşterileri sadece akıllı reklam kampanyalarıyla ikna etmek pek mümkün görünmüyordu. Samsung’un iş modelinin de değişmesi lazımdı. 

İŞİN BAŞI YENİLİK 
Yun’un liderliğinde şirket Ar-Ge’ye müthiş para dökmeye başladı. Samsung, rakipleri Panasonic ve Sony’den daha hızlı biçimde yeni cep telefonları, televizyonlar, müzik çalarlar üretmeye başladı. Bunun doğrudan sonucu olarak Samsung teknolojide takipçi değil lider olmayı başardı. Örneğin devlete bağlı bir araştırma enstitüsü yardımıyla normal cep sistemlerinden 8 kat hızlı ve de daha ucuz olan kablosuz teknoloji WiBro’yu üretti. 2006 sonunda Kore WiBro’yu standart olarak kabul eden ilk ülke konumundaydı. 
Samsung, mühendisler ve tasarımcılar arasındaki güç dengesini tasarımcılar lehine değiştirmek için de ilk adımları o yıllarda attı. Pasadena’daki (Kaliforniya) Art Center College of Design’da (Tasarım Üniversitesi) Samsung tasarımcıları, pazarlamacıları ve mühendisleri en son dizayn teknolojileri konusunda eğitim almaya başladılar. Şirket, her önemli pazarda dizayn merkezleri açarak yerel müşteri eğilimlerini yakından takip etmeyi denedi. Örneğin Samsung Seul, San Francisco, Londra, Tokyo, Los Angeles ve Çin’de cep telefonu tasarımı yapacak stüdyolar açtı.
Şirket aynı zamanda çalışanlarına ve dışarıdaki yatırımcılarına ürün kalitesine bağlılığını anlatacak adımlar atmaya devam etti. Mesela Samsung marka kablosuz telefonlar hakkında şikâyetler artınca, 50 milyon dolar değerindeki bütün telefonlar fabrika avlusuna döküldü. Sonra, başlarına “Önce Kalite” yazılı bandanalar giyen işçiler, telefonları parçaladılar ve yaktılar. Bir tanığa göre “İş daha bitmeden çalışanlar ağlamaya başlamışlardı.” Şok edici bir andı, ama unutulmaz ve vurucu bir mesajı içeriyordu.


İş modelini de yenilemek şart
Samsung’un CEO’su Yun’un kaliteye bağlılığı, Ar-Ge’ye ısrarlı yatırımları ve ileri bakan tasarım programları Samsung markasının ayakta kalma şansını hızla arttırmaya başladı. Bu değişimleri gerçekleştirmek yeterince zorken, Yun bir de iş modeline el atmaya karar verdi. Bu konuda bayağı can yakan kararlar alındı. Samsung’daki yön değişikliği önceden öngörülemeyen maliyetler yaratmıştı. Örneğin Yun, yüksek kaliteli ürünlere yöneleceğini açıkladıktan sonra şirket eski ve “ucuz” televizyonları artık üretmeyeceğini açıkladı. Eski televizyonları, yeni ve pahalı dijital modeller çıkmadan Avrupa pazarından çekti! “Te-levizyonlar Samsung’un yüzüdür” diyordu Yun. Aylarca gelebilecek kolay gelirleri göz ardı eden bu yaklaşım, içeride ve dışarıda güçlü sinyaller verdi. Yun, yeni bir imaj yaratmada bu hamlenin önemli olduğuna inanıyordu ve uzun vadede çok daha fazla kâr getireceğini biliyordu. 
İş modelini değiştirme konusunda belki de en çetin karar 2000’de verildi. Yun, yaratmakta olduğu markanın Wal-Mart mağazalarında satılmasının yanlış olduğunu düşünüyordu. Ve Samsung, ürünlerini dünyanın en güçlü perakendecisi olan Wal-Mart’tan çekti. Buna karşılık ağırlığı Best Buy gibi mağazalara verdi. Samsung, iş modelini riskten korumak için de birçok hamle yaptı. Fabrika esnekliğine, yani aynı yerde birçok farklı ürünün üretilmesine odaklandı. Teknolojide geri kalmanın önüne geçilebilmek için en ciddi rakibi olan Sony ile geniş kapsamlı bir teknoloji paylaşma anlaşması yapıldı. Öte yandan ürün geliştirme çabalarının yerini bulup bulmadığını anlamak için durmaksızın piyasa testleri gerçekleştirildi.


Marka riski altın üçgen ile yönetilir
Bu sayfada tekrar tekrar vurguluyorum: Bugünün dünyasında marka yönetimi, altın üçgen olarak tanımladığımız üç ayaklı sistematik bir yönetimi gerekli kılıyor. Üç ayaklı ve ayaklardan üçü de bir arada. Öyle sadece reklamı arttırmakla ne marka yönetilebilir ne de marka riski.
Samsung’un marka riskini başarıyla yönetmesi öyküsü de esasen altın üçgenin üç unsurunu birden ele alıp bunlar hakkında çok akıllı stratejiler geliştirmesinin öyküsü. İşte, şirkette hedefe yönelik ve saldırgan marka mesajı çabaları -Altın Üçgen’in üçüncü ve son unsuru- marka ve iş modeli hamlelerine yön verdi. Samsung markalaşma ve pazarlama bütçesini yılda 3 milyar dolara çıkardı. New Line Cinema ile iki yıllık ürün yerleştirme anlaşması imzaladı ve Olimpiyat Oyunları’nın ortağı oldu. Samsung ürünleri Matrix serisi filmlerinde göründü ve Vogue, Style.com gibi elit moda mecralarında yer aldı. Yalnız dikkat edin, bu marka mesajı çabaları ürün ve iş modelindeki değişimler olmasa yeteri kadar etkili olamayacaktı. Bugün yeni marka imajı, yeni ürünler ve farklı iş modeliyle Samsung, Sony’nin tüketici elektroniği pazarındaki liderliğini zorluyor. Bu çabalar sayesinde 2000’den 2004’e Samsung’un satışları iki katına, 27 milyar dolardan 55 milyara çıktı. Bugün Samsung dünyanın ABD dışındaki en değerli teknoloji şirketi. 
Marka değeri de aynı çıkışı yaşadı ve Samsung en büyük rakibine fark attı. Bugün Sony markasının değeri 11.4 milyar dolarken, Samsung’un marka değeri 19.5 milyar dolar. (Kaynak: Interbrand 2010) Dünün ‘ucuz’ diye bilinen markası Samsung, bugün dünyanın en değerli 20 markasından biri. Dahası Samsung artık bir zamanlar Sony tarafından sahip olunan yüksek fiyata da sahip durumda. Bu nasıl başarıldı? Marka masalı anlatarak değil. Alın teriyle, bilimsellikle ve meseleye reklam değil “altın üçgen” felsefesiyle yaklaşmak suretiyle.


Olmayacak yeni marka imajlarından kaçının!
Samsung, bu süreçte yapılacak şu en hayati hatayı da yapmamak suretiyle marka riskini çok başarılı bir şekilde yönetti: Markanı, mevcut algısından çok ama çok farklı bir şekilde yeniden konumlamak. Şirket, 1990’lı yıllarda piyasada kendi markası hakkında var olan mevcut algıları baz alıp, bu algıların üstüne yepyeni ve çok daha güçlü bir marka imajı inşa etti. Bunu yaparken de tamamen ve tamamen altın üçgeni temel olarak kabul etti.
Yun’un marka makyajına başladığı 1997’de Samsung dünyanın en büyük elektronik şirketlerinden biriydi ve üzerine ekleme yapılacak olumlu özellikler taşıyordu. Evet, Samsung ‘ucuz’ demekti. Ama aynı zamanda ‘erişilebilir’, ‘güvenilir’, ‘kanıtlanmış teknoloji’ de demekti. Bir müşteri basit ama sağlam bir Samsung televizyon, VCR veya pilav pişiricisi aldığında bu olumlu özellikler güçleniyordu. Samsung’un bilinir imajını tamamen terk etmesi komik ve hayli riskli olurdu- örneğin, kendisini pahalı, aşırı sofistike, kişiselleştirilmiş bir marka haline getirmeye çalışması gibi. Bunun yerine Yun ve ekibi bilinen olumlu özelliklerin üzerine yenilerini ekledi. Bunlar mevcuda ters düşen değil, yeni özelliklerdi. Samsung ürünleri hâlâ erişilebilir ve güvenilir. Ama artık aynı zamanda zekice tasarlanmış, çok amaçlı, tarz sahibi ve son teknolojiyle üretiliyor- eskisi gibi ucuz haliyle değil.


Prof. Dr. Arman KIRIM 
ak@tg.com.tr
29 Aralık 2010 Çarşamba

27 Ara 2010

Karınca ile Aslan ....(Yola çıktıklarını yolda değişirsen...........geriye ne kalır?)





Bir Fabl: Karınca ile Aslan ....
 
Küçük bir Karınca her sabah erkenden işine gelir ve neşe içinde çalışmaya başlardı…..
Çok çalışır… Çok üretir... Ve bunları keyif içinde yapardı.
 
Patronu Aslan, Karınca’nın başında yöneticisi olmadan kendiliğinden bu kadar hevesle çalışmasına çok şaşırırdı. Bir gün karı ve verimliliği arttırmak için aklına parlak bir fikir geldi. Eğer Karınca, başında bir yönetici bile olmadan bu kadar üretken olabiliyorsa, bir de başarılı bir yöneticisi olsa neler yapardı.
 
Bunun üzerine, müthiş bir yöneticilik kariyeri olan ve yazdığı raporlarla ünlü Hamamböceği’ni işe aldı. Hamamböceği işe öncelikle bir saat alarak başladı. Böylece Karınca’nın çalıştığı saatleri tam olarak ölçebilecekti. İş saatlerinde gevşekliğe müsaade etmeyecekti. Elbette raporlarını düzenleyecek bir sekretere de ihtiyacı olacaktı. Bu nedenle hem telefon trafiğini yönetmek ve hem de arşiv işleri için Örümcek’i işe aldı.
Aslan, gelişmelerden çok memnundu. Hamamböceği’nin hazırladığı raporlar gerçekten harikaydı. Hatta ondan üretim hızını ölçen ve karlılığı analiz eden renkli grafikler de hazırlamasını istedi. Böylece bu raporları ortaklarına sunum yaparken kullanabilecekti.
 
Hamamböceği, bu raporları üretebilmek için yeni bir bilgisayara ve donanıma ihtiyaç duydu. Artık artan ekipmanlar için de artık bir bilgi işlem departmanı oluşturmanın zamanı gelmişti. Bu işleri idare etmek için Sinek’i işe aldı.
 
Bir zamanlar mutlu, üretken ve rahat olan Karınca bu yeni toplantı düzeninden ve evrak işlerinden yılmıştı. Zamanın büyük bir kısmını sorulan soruları cevaplamak ve evrak işleri yapmakla geçiyordu.
Aslan, Karınca’nın bölümünün giderek büyümesinden memnundu. Bölümü daha da büyütmek üzere bir üstyöneticiye ihtiyaç olduğunu düşündü. Ve bölüm başkanı olarak başarıları ile ünlü Ağustosböceği’ni işe aldı.
Kendi rahatına ve keyfine düşkün Ağustosböceği’nin ilk icraatı ofisi rahat edebileceği yeni mobilyalarla döşemek oldu. Tabi ki kendisinin yeni bir bilgisayara, bütçe kontrol ve stratejik verimlilik planı hazırlanması için kişisel bir yardımcıya ihtiyacı vardı. Bunun üzerine eski işyerindeki yardımcısını işe aldı.
 
Karınca’nın çalıştığı yer giderek kimsenin gülmediği, neşesiz ve mutsuz bir mekana dönüşmüştü. Ağustosböceği, patronu Aslan’ı ortamın ruh halini değiştirecek bir çalışma yapılması gerektiğine ikna etti.
Bunu üzerine, Karınca’nın bölümünde olup bitenleri gözden geçiren Aslan, üretimin ve karlılığın dramatik bir şekilde düştüğünü farketti. Hemen, son derece itibarlı ve iyi tanınmış bir Danışman olan Baykuş’u sorunu çözmesi için işe aldı.
 
Baykuş, Karınca’nın departmanında 3 ay geçirdi. Bu hummalı çalışmanın ardından ciltlerce süren muhteşem bir rapor yazdı.
Raporun sonucu şuydu: “Departmanda aşırı istihdam vardı”.
 
Aslan, raporu inceledikten sonra dramatik bir karar verdi.
Ve, elbette, ilk olarak negatif tavırlarıyla dikkat çeken, mutsuz ve çalışma isteğini kaybetmiş olan Karınca’yı işten çıkardı.
 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


14 Ara 2010

Deneyimsel Tasarım / Practitioner Eğitimi - 5 yıl önce bende önemli bir ufuk kazandıran bu programı öneriyorum.





Merhaba,

 
5 hafta sonu (10 gün) sürecek olan Deneyimsel Tasarım / Practitioner Eğitimiyle ilgili bilgiler aşağıdadır.

Eğitim Tarihleri08 -09 Ocak 2011 / Cts-Pazar la başlayan hafta sonu ve

 05-06 Şubat 2011  / Cts Pazar la biten hafta sonuna kadar devam ediyor.

 

Eğitim Saatleri;    10:00- 17:00 arasındadır.

 

Eğitimin Yeri;     Hayat Kahvesi Eğitim Salonu

İcadiye Cad. No: 67 (89)

Kuzguncuk, Turkey

 

Eğitimin içeriği ekteki prac-brs dökümanındadır.



Bu eğitim ile kazanabilecekleriniz konusunda en iyi fikri, size eğitim almış diğer arkadaşlar verecektir.


Özellikle tavsiye ederim. Çevrenizde ihtiyacı olanlara da iletebilirsiniz.

 

Ayrıca, 8-9 Ocak, yani eğitimin ilk haftasına katılanlar Diploma Eğitimi almış olacaklardır.


Çevrenizde, henüz eğitim almamış, ancak 2 günlük eğitime katılmak isteyebileceklere de iletebilirsiniz.


Bununla ilgili bilgi, diploma-brs dökümanındadır.

 

*Her iki eğitim için de 05 Ocak  Çarşamba akşamına kadar kayıt yaptırmak gerekmektedir.
E-mail ya da cep telefonu aracılığı ile bana ulaşabilirsiniz.

 

 

Selamlar,

Eray Sakin (0532 367 31 63)



7 Ara 2010

Bir vazgeçişi anlamlı kılacak birden çok şey olmalıdır insan hayatında......


Yapacağın bir şey yoksa duracağın yeri bil” felsefesinden yola çıkarsak,vazgeçmenin de bir erdem olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.Vazgeçmeyi bir yenilgi olarak görmemek lazım.Bu noktada,”insan vazgeçebildiği şeylerin karşısında güçlü durur” önermesini hatırlatmakta fayda var.

 

Vazgeçmedeki gücünüzü kıracak pişmanlıklar bekler pusuda her daim.Dirençli bir duruş sergilemek gerekiyor o yüzden.Pişman olacaksan vazgeçmeyeceksin,vazgeçmişsen pişman olmayacaksın.

 

Ahmet Atlan” zamanında vazgeçebilen biri yeniden kazanabilir belki ama vazgeçmekte geç kalan birinin hiç kazanma şansı yok” diyor….

 

Bir  vazgeçişi anlamlı kılacak birden çok şey olmalıdır insan hayatında.Yoksa vazgeçmeleriniz de vazgeçmekten vazgeçer.Öyle kalakalırsınız bir boşlukta.Sanki dövüşmeden dayak yemiş gibisiniz gibi…..sanki kendi cevapsızlığımızda yüzleşip,kendimizi sorgulamayı unutmuşsunuz gibi…bir nedenler silsilesi ve karşılığını bulan sorular olmalı vazgeçmenin aritmetiğinde….vazgeçilene bırakılan sorgular sizi özgür yapmaz.Bırakmaz peşinizi ona yüklediğinizi sandıklarınız.

 

Özgürlük dediğiniz şey,”hiçbir şeyin” size sunduğu boşluk olur o vakit.Bu yüzden kuvvetli olmalıdır vazgeçmenin argümanları.Yaralamadan,yıkmadan vazgeçmeyi ve günü geldiğinde gülümsemeler ve affetmelerle geri dönebilmeyi bilmeli insan.Ağlamayacak kadar vazgeçebilmek,gülümseyerek geri dönebilmenin sırrıdır.

 

“Merak ediyorsan eğer,Giderken ölümüme bıraktığın yalnızlık,Kendisiyle yaşamayı öğretti bana.Uslanmış değilim yani,Islanmış olsam da gözyaşımdan…..

 

Kahraman Tazeoğlu


5 Ara 2010

KİŞİLER ARASINDA UYUM

UYUM İÇİN ÖNCELİKLİ ŞART
 
Öncelikle ve özellikle, insanlar arasındaki uyum konusunda şu husus olmaza olmaz derecede önemlidir:
 
BİRLİKTE OLMAYI İSTEYEN KİŞİLER, ÖNCELİKLE BİRBİRİYLE UYUM SAĞLAMAYI İSTEMELİ, BUNU GÖNÜLDEN ARZU ETMELİ ve KENDİ KARAKTERLERİNDEN FEDAKÂRLIK YAPMAYI GÖZE ALMALIDIR. 
 
Birlikte yaşayabilmek bir sanattır. Birlikte yaşamayı düşünen insanlar yalnızca karşısındaki kişiden fedakârlık bekler, kendi hatalı kişilik özelliklerini denetlemek ve düzeltmek yerine, birlikte yaşayacağı kişinin karakterini değiştirmeye kalkarsa, en fazla uyum sağlayacağı düşünülen grup veya burç insanları bile birbirleriyle çatışırlar.
 
Önemli olan, birlikte yaşanılacak insanın farklı anne-babadan doğduğunu, farklı bir eğitimden geçtiğini, farklı yaratılış özellikleri taşıdığını bilmek, bu olguyu kabul etmek, ilişkileri buna göre düzenleyebilmektir; ancak bu tavır ve anlayış her iki tarafta da bulunmalıdır, aksi halde yalnızca bir tarafın fedakârlığı uyum değil, efendi köle ilişkisi doğuracaktır.
 
YAN ETKİLER
 
İlk olarak, iki insan arasındaki uyumu, bu kişilerin burçları kadar, belki asıl burçlarından daha çok yükselen burçları belirlemektedir. Zira burç kişinin ancak çok yakın olduğu insanlara açtığı iç dünyası iken, yükselen burç karşısındaki kişiye veya topluma karşı takındığı maske durumundadır. Ayrıca iç dünyasını açtığı yakın dostlara karşı bile zaman zaman maskesini takarak tavır geliştirebilmektedir.
 
Örneğin, birbiriyle çok iyi anlaşabilecek İkizler ve Terazi insanlarından birinin yükseleni Boğa ve diğerinin yükseleni Akrepse, küçük bir problem nedeniyle bile çatışma kaçınılmaz olacaktır.
 
İkinci olarak tam bir uyumun sağlanabilmesi için doğum yıllarının da birbiriyle çatışan özellikler göstermemesi gerekir.
 
Bu nedenle diyoruz ki, arkadaşlık ve evlilik bir sanattır. Hiçbir zaman tam bir uyum ve tam bir mutluluk mümkün değildir.
 
Ancak yine de dostluk veya evlilik birliği kuracak olan kişilerin birbiriyle uyumunda özellikle burçları ve yükselen burçları önem taşımaktadır.
 
Uyarması bizden.
 
 
AYNI BURÇ İNSANLARI
 
AYNI BURÇ İNSANLARININ KENDİ ARALARINDA UYUMLARI ÇOK ZORDUR. Örneğin Koçun Koçla, Aslanın Aslanla, İkizlerin İkizlerle, Balığın Balıkla birlikteliğinde kişi sürekli kendisini aynanın karşısındaymış gibi algılayacak, ilk zamanlarda bu kendisine zevk verse de, zamanla bu durum usanç verici, sinirlendirici bir hal alacaktır.
 
Kişinin kendisinde gördüğü, özeleştiriye tabi tuttuğu ve kabullenmek zorunda kaldığı bazı hatalı davranışları ve nitelikleri; sürekli birlikte olduğu kişide görmeye katlanamayacak, kendisinde var olduğunu bildiği özellikleri karşısındaki kişide abartılı bir biçimde algılayacak ve çatışma kaçınılmaz olacaktır. Zira mıknatısların aynı adlı kutupları birbirini iter.
 
Aynı burcun mensubu olan insanlar her nasılsa bir birliktelik oluşturmuşsa, hatalı yanlarını yeniden gözden geçirmeli, bunları birlikte düzeltmeye çalışmalıdır. Böyle bir birliktelik arkadaşlık ilişkisinde çekilebilir ama evlilik ve iş hayatında olumsuz sonuçlar doğuracaktır.
 
KARŞIT BURÇ İNSANLARI
 
KARŞIT BURÇLARA MENSUP İNSANLAR ARASINDA UYUMLU BİR BİRLİKTELİK MÜMKÜN DEĞİLDİR. Koçla Terazi, Boğa ile Akrep, İkizlerle Yay, Yengeçle Oğlak, Aslanla Kova, Başakla Balık, birbirlerinin karşıt burcudur. Mıknatısların karşıt kutuplarının birbirini çekmesi gibi, karşıt burçlara mensup insanlarda da birbirine karşı hayranlık uyandıran manyetik bir çekim gücü vardır, fakat birbirini yok etmek pahasına.
 
Yıldırım aşkları denilen şey, büyük ihtimalle karşıt burçlar arasında doğar. Ancak karşıt burç insanları tarafından kurulan evlilik dahil birlikteliklerde münakaşalar, kavgalar, iğneleyici eleştiriler eksik olmaz. İnsanlar, yaratılışları gereği az çok bağımsız olmayı, kişiliklerini muhafaza etmeyi isterler. Karşıt burç insanlarının birlikteliğinde ise birliktelik değil birlik vardır. Bu da tarafları içten içe düşmanlığa iter.
 
Onlardan “Ayrılmaktan başka çare yok” sözünü çokça duyarsınız ama ayrılamaz, birbirlerini yiyerek ömürlerini tüketirler.
 
ATEŞLER
 
Aynı burç insanıyla olmamak şartıyla ATEŞ ATEŞLE UYUM SAĞLAR. Zira ateşle ateşin birleşmesi duyguların daha da yoğunlaşmasına sebep olur. Ancak ateşler kendilerini kontrol edemezlerse birbirlerini yakarlar ve bu diğerine zarar verir, zira ateşin ateşte yanması, bir başka nesnenin ateşte yanmasından daha acı vericidir.
 
Agresif özelliklerin kontrolü sağlanabilirse ve birbirlerini yönetme arzusu birlikte karar vermeye ve paylaşmaya dönüştürülebilirse, ateş grubu (KOÇ, ASLAN, YAY) insanları arkadaşlıkta, aşk ve evlilik hayatlarında uyumlu bir beraberlik gerçekleştirebilirler.
 
Ancak iş ortaklığında mali yönden dikkatli olmaları gerekir, zira paranın hesabını düşünmezler, şirketin muhasebesini ya toprak grubu insanına, ya da Yengeç insanına teslim etmeleri gerekir. 
 
ATEŞ HAVA BERABERLİĞİ
 
Karşıt burç insanıyla olmamak şartıyla ATEŞ HAVAYLA DA UYUM SAĞLAR. Zira ateş havayı ısıtır, havanın duygularının yoğunlaşmasına ve coşmasına sebep olur. Ancak yine ateş kendisini kontrol edemezse havanın fazla ısınmasına ve uçup gitmesine sebep olabilir. Ateş insanları (KOÇ, ASLAN, YAY) agresifliğini ve hükmetme dürtüsünü kontrol altında tutabilirse hava grubu insanlarıyla aşk ve evlilik hayatlarında uyumlu bir beraberlik gerçekleştirebilirler.
 
Hava da ateşi körükler, canlandırır, ateşin duygularının coşmasına sebep olur. Birlikte maceralara atılabilir, risklere girebilirler. Ancak, hava grubu (İKİZLER, TERAZİ, KOVA) insanlarında özgürlük düşüncesi tutku halinde bulunduğundan, ayrıca kabalığa karşı asabi gerginlik hali taşıdıklarından, ateş insanlarının agresif tutumu ve yönetme arzusunda direnmesi, aradaki uyumun bozulmasına sebep olur. Ancak iş ortaklığında mali yönden dikkatli olmaları gerekir, zira paranın hesabını düşünmezler. Şirketin muhasebesini ya toprak grubu insanına, ya da Yengeç insanına teslim etmeleri gerekir.
 
ATEŞ TOPRAK BERABERLİĞİ
 
ATEŞ (KOÇ, ASLAN, YAY) TOPRAK (BOĞA, BAŞAK, OĞLAK) İLE UYUM SAĞLAYAMAZ. Zira ateş toprağı yakar, üzerinde bitki yeşeremez hale getirir. Toprak da ateşi sınırlar veya onu kaplayıp söndürür. 
 
Her iki grubun da yönetme ihtirası anlaşmayı zorlaştırabileceği gibi, ateşin macera tutkusu, yenilikçiliği, hareketliliği ve özgürlüğünden vazgeçememesi ile; toprağın riskten uzak durması, muhafazakarlığı, sabit fikirliliği, maddeye aşırı bağlılığı, yerinden oynamaması ve başkalarının özgürlüğünü kısıtlamaya yönelik tavrı karşılaştığında çatışma kaçınılmaz hale gelir.
 
En iyisi birbirlerinden uzak durmalarıdır.
 
ATEŞ SU BERABERLİĞİ
 
ATEŞ (KOÇ, ASLAN, YAY) SU (YENGEÇ, AKREP, BALIK) İLE DE UYUM SAĞLAYAMAZ. Zira su ateşi söndürür ve ateş de suyu ısıtıp buharlaştırır.
 
Ateş insanıyla su insanının birlikteliği, hareketle durgunluğun, akılla hayalin, çoğu yüzeysel düşünceler ile derin duyguların, kabalıkla duygusallığın, ateşlilikle sululuğun, saldırganlıkla geri çekilmenin, dışadönüklükle içe dönüklüğün, maceraperestlikle ihtiyatlılık ve çekingenliğin bir araya gelmesi gibidir. Bu unsurların niteliği itibariyle ateşle suyun birleşerek bütünleşmesi ve birbirini tamamlaması da mümkün değildir.
 
Ayrıca ateş insanı, su insanında gördüğü hataları nasıl düzeltebileceğini ve kendisini nasıl güçlü hale getirebileceğini hiç bir merasime gerek duymaksızın dobra bir şekilde anlatmaya çalışır. Su insanı ise bu hareketi kişiliğini değiştirmeye yönelik bir saldırı olarak algılar ve çevresini saran ateşi söndürmek için eyleme geçer. Böylece çatışma başlar.
 
Her nasılsa bir araya gelmişlerse önerilebilecek şey şudur : Ateş insanı, yakıcı özelliğini (değiştirme tutkusunu, buharlaştırma arzusunu, yönetme hırsını) kontrol altına alabilir; su insanları da yüreklerindeki soğukluğu ateşle ısıtabilmeyi öğrenebilirse ve birlikteliğin ilk fırtınalı dönemi kazasız belasız atlatılabilirse, ikisi arasında uyumlu bir beraberlik oluşabilir.
 
TOPRAKLAR
 
Aynı burç insanıyla olmamak şartıyla TOPRAK (BOĞA, BAŞAK, OĞLAK) TOPRAKLA UYUM SAĞLAR. Zira aralarında küçük farklar bulunsa da aynı özellikleri taşırlar, zevkleri ve gayeleri aynıdır, dolayısıyla birbirlerini kolay anlarlar.
 
Birlikte dünyayı fethedebilirler, ancak biraz da insani yönlerini öne çıkarmaya çalışmaları, yeryüzünde kendilerinden başka insanların da yaşadığını unutmamaları gerekir; aksi halde çocuklarına kötü örnek oluşturur, dost bulmakta da zorluk çekerler.
 
Ancak dünyayı birlikte fethetmek yerine kendi adlarına fethetmek arzusuna kapılırlarsa (ki böyle bir açmazları vardır), aralarındaki uyum inatla sürdürülen bir savaşa dönüşebilir.
 
TOPRAK HAVA BİRLİKTELİĞİ
 
TOPRAK HAVAYLA UYUM SAĞLAYAMAZ. Zira toprak yerinde sabitken hava bir yerde durmayı, bir yere bağlanmayı sevmez. Havanın değişken ve yeni fikirlere açık olmasına karşılık, toprak muhafazakar ve sabit fikirlidir. Toprağın maddeye bağımlılığına karşılık hava gezmeye, eğlenmeye, maceraya meyillidir. Toprak planlı bir hayat, düzen ve disiplin isterken, hava günlük yaşamayı, özgür davranmayı tercih edecektir.
 
Bu nedenle iki grup birbirini çileden çıkarabilir.
 
TOPRAK SU BİRLİKTELİĞİ
 
Karşıt burç insanıyla olmamak şartıyla TOPRAK SU İLE DE UYUM SAĞLAYABİLİR. ANCAK BU BİRLİKTELİK ÇELİŞKİLERİ DE BERABERİNDE TAŞIR. Su toprağa hayat verir, onu verimli kılar, hayalleriyle toprağı bereketlendirebilir. Ancak toprak aşırı verimlilik talepleriyle suyu bulandırabilir, duru hayallerini maddeyle doldurarak suyun kişiliğini bozabilir. Su da duygu ve hayal yoğunluğuyla sele dönüşürse toprağı aşındıracak, erozyona uğratacaktır.
 
Ancak toprak insanı aşırı madde bağımlılığını, ihtiraslarını kontrol altına alır, su insanı da duygularını denetleyebilirse, uyumlu bir beraberlik oluşturabilirler. Uyum için öncelikle bu iki unsurun birbirlerini bütünlediklerini, birbirlerine ihtiyaçları olduğunu öğrenmeleri gerekir. Zira susuz toprak çatlar, toz haline gelir ve uçup kaybolur; topraksız su da mekansız kalır, boşluğa düşer.
 
Su toprağın içine siner, ruhunun derinliklerine girer ve onu anlamaya çalışır; toprak da su ile yumuşamayı, katılığını verimliliğe dönüştürmeyi öğrenebilirse uyumlu bir beraberlik oluşmaması için herhangi bir neden kalmaz.
 
HAVALAR
 
Aynı burç insanıyla olmamak şartıyla HAVA HAVAYLA UYUM SAĞLAR. Zira benzer özellikleri farklılıklarından daha fazladır. Kolay iletişim sağlamaları, dostlara ve dostluklara önem vermeleri, kendilerinden önce karşısındakini düşünmeleri, toplum insanı olmaları, aynı zamanda –Kova insanı hariç- duygusal derinlik taşımaları, birbirlerini anlamalarına yardımcı olacaktır.
 
Birlikte risklere girebilir, maceralara atılabilir, birbirlerini sahiplenmeden dostluklarını devam ettirebilir, yaratıcı düş güçleriyle değişik atmosferler oluşturarak birbirlerini sıkmadan uyumlu bir hayat yaşayabilirler.
 
Ancak iş ortaklıklarında mali işlerini toprak grubu insanlarına veya Yengeç-insanına bırakmalıdırlar. Çünkü paranın hesabını bilmez, yarını düşünmezler.
 
HAVA SU BİRLİKTELİĞİ
 
HAVA SU İLE KISMEN UYUM SAĞLAYABİLİR. Birbirleriyle benzer özellikler taşıdıklarından uyumları kolay olabileceği gibi, kendilerinde olmasını kabul edemedikleri hatalı yönleri birbirlerinde görerek uzaklaşabilirler de; ilk fırtınalı dönemi atlatabilirlerse birbirleriyle yararlı bir ilişkiye girebilirler.
 
Genel bir ifadeyle hava da su da berraktır, saydamdır, göründükleri gibidirler, yabancı maddeler bulandırmadığı müddetçe bu saflıklarını korurlar. Yine her ikisi de değişkendir; bir anda hüzünden sevinçli hale, iyimserlikten karamsarlığa geçebilirler.
 
Her ne kadar bu birliktelik “havadan sudan” bir beraberlik gibi görünse de her iki grup da derin duyguların sahibidir. Birbirlerinin duygularını ve isteklerini anlamayı başarabilirlerse, birlikte fırtınalar, kasırgalar oluşturabilecekleri gibi, sakin ve derin bir bütünleşme de sağlayabilirler; yeter ki biraz kararlılık edinebilsinler.
 
Ancak ikizler insanının mantıksallığı ile balık insanının aşırı duygusallığı bir araya gelince çatışma kaçınılmaz olabilir.
 
SULAR
 
Aynı burç insanıyla olmamak şartıyla SU, SU İLE UYUM SAĞLAR. Bazen buz, bazen sıvı, bazen gaz haline gelseler de su-insanları birbirini anlayabilirler. Sık değişimleri de bir bakıma hayatı zevkli hale getirebilir. Yeter ki yumuşak ve insancıl özelliklerini karşılarındakine yansıtabilsinler.
 

Yengeç-insanı aşırı sulu şakalarını denetler ve Akrep-insanı her hatalı hareketin intikamını alma arzusunu yenip hatayı affetmeyi öğrenebilirse, hoş bir arkadaşlık, uyumlu bir evlilik yaşamaları kolaylaşır.

 

http://www.hasankocabas.com.tr