23 Eyl 2011

Fwd: 100 HAYAT 12 Saatte Nasıl Değişti?

---------- Forwarded message ----------
From: Para Durumu <paradurumu@euromsg.net>
Date: Fri, 23 Sep 2011 17:20:04 +0300
Subject: 100 HAYAT 12 Saatte Nasıl Değişti?
To: lkafadar@gmail.com

[image: ]

Üyelik Bilgileriniz
[image]
[image]
[image]
[image]
[image]
[image]
[image]
Paylaş
İzinsiz Gönderim Bildir
Üyelikten Ayrıl
[image]
[image]Bu e-postayı düzgün görüntüleyemiyorsanız lütfen tıklayın
[image: ]
[image: ]
[image: ]
[image: ]
[image: ]
100 HAYAT
12 Saatte Nasıl Değişti?
[image: ]
[image: ]

[image: ]
[image]ÖZLEM DENİZMEN HAKKINDA - ÖZLEM'E SOR - PARA DURUMU - VIDEOLAR
[image: ]

100 hayat 12 saatte nasıl değisti?

Her şey Çocuklar İçin' deyip, Beşiktaş Lütfi Banat İlköğretim
Okulu'nda 5. sınıflardan 100 öğrenci ile 'PARA DURUMU' finansal
okuryazarlık eğitimleri düzenledik. Ben Mart-Nisan aylarında altı
hafta boyunca öğle tatilimde ikişer saat bu çocuklarla buluştum.

NELER YAPTIK?

Para yönetimi çocukluk yıllarında öğreniliyor. Nasıl başlarsa yine
öyle devam ediyor. Para esasında evde, anne-babadan (duyduğunla değil)
gördüğünle öğreniliyor. Ama şöyle bir gerçek var ki, çocuğumuza doğru
birkaç basit yönlendirme yapıp, onun finansal hayatını
degiştirebilirsiniz. Biz onlarla birçok aktivite yaparak, öncelikle,
parayı baştacı yapmaları gerektiğini işledik. Ama para hayatımızda
yokmuş gibi de yaşamayacağız dedik, (itiraf edelim birçoğumuz para
konularıyla uğraşmamak için 'elimin kiri', 'işim olmaz', 'ben anlamam'
diye atıveriyoruz başımızdan) onu kabul edip, kontrol edip yönetmek
işin sırrı.

NE KONUŞTUK?

Bir sürü... Öncelikle paranın bir amaç değil araç olduğunu, sonra
hayattaki hedefleri, harçlık düzeninin, ilk para eğitimi, birikimin
önemi, evin elektrik faturası... Önce sağlık dedik ve Dr. Sima Filizer
ile sağlık yatırımını konuştuk. Sonra çevre dedik ve Ayhan Şahenk
'Sevgi Ormanı'na 80 ağaç diktik, İMKB'nin katkılarıyla borsa binasına
gittik, finansal yatırımın şirketlere ortak olmanın önemini canlı
canlı tecrübe ettik. Çocuklarla PARA konularını oyunlarla, eğlenceli
bir şekilde irdeledik. Okul müdürü Süleyman Yıldız, öğretmenler ve
velilerin katkılarıyla, son hafta, panayır düzenleyerek tüm okuldaki
öğrencilerin GİRİŞİMCİ olmaya teşvik ettik.

Bu çalışmanın sonuçlarını, İnfakto araştırma şirketi bağımsız ve
bilimsel bir sekilde ÖLÇTÜ.

İşte ÇARPICI SONUÇLAR:

1. ÖZGÜVEN İKİ KAT: Eğitim alan çocukların yüzde 52.6'sı kendilerini
parasal konular hakkında bilgili görürken, bu yüzde eğitime katılmayan
çocuklarda yüzde 27.9.

2. EVDE PARA KONUŞULUYOR: Toplumumuzda 'tabu olan' para konularını,
eğitim sonrası yüzde 75'i konuları aileleriyle konuşabiliyor.

3. KORKU AZALIYOR: Çocukların parasal konulardaki korkuları üzerinden
attıkları ve ölçülmeyen konularda da pozitif değişim sağladıkları
gözlendi.

4. HEDEFLİ BİRİKİM: Eğitime katılan çocukların yüzde 92.9'u şimdiden
geleceğe yönelik hedefler için birikim yapmayı düşündüklerini ifade
ediyor.

5. ÖNCE SAĞLIK: Çocukların yüzde 98.2'si ilk önce sağlık için yatırım
yapılması gerektiğini söylüyor. Artık abur cubur yerine sebze, meyve
yiyiyorlar.

6. 'ÇEVREMİZ VARSA BİZ VARIZ': Çocuklar çevreye yatırımın
gerekliliğini ve sürekliliği önemsiyor, ağaç dikmeye bayılıyorlar.

[image: ]
[image: ]
[image: ]
[image: ]
[image: ]
[image: ]
[image: ]
[image: ]
[image: ]
[image: ]
[image: ]
[image: ]
[image: ]
[image: ]
[image: ]
[image: ]
[image: ]
[image: ]
[image: ]
[image: ]
[image: ]
[image: ]
[image: ]
[image: ]
[image]
[image]
[image]

Üyelik Bilgileriniz
[image]
[image]
[image]
[image]
[image]
[image]
[image]
Paylaş
İzinsiz Gönderim Bildir
Üyelikten Ayrıl
[image]
[image]
[image]


-

22 Eyl 2011

Size bir nasihat: çocuklara nasihat vermeyin!

Her veli ya da öğretmen çocukları için daha iyi bir gelecek düşlüyor.

Onların başarılı olmasını istiyor. Ama çoğu aile maalesef bunun için en etkisiz yöntemi seçiyor. Yani nasihat vermeyi.

Çocuklara nasihat verdiğimiz zaman, onlara en büyük kötülüğü yapıyoruz.  Nasıl mı? Arz edeyim.

GÜÇ İLİŞKİSİ

Nasihat verdiğimiz zaman çocuk ile aramızda bir güç/otorite ilişkisi yaratıyoruz. 
Bilen/bilmeyen ya da öğreten/öğrenen oluşturuyoruz.

Sırf bu dünyada daha fazla zaman geçirdik diye, bilgilerimizin ve görüşlerimizin çocuğunkinden daha önemli ve değerli olduğunu düşünüyoruz.

Bilmek, sadece yaşla orantılı değil. Bilmek aynı zamanda; hayal gücü, düşünme gücü, çocuksu deneyimler ile de kazanılabilir.

Nasihat vererek, onların dünyalarını hiçe sayıyoruz. Bu da beraberinde birçok sorun getiriyor.

ÇOCUĞU YOK SAYMAK

Nasihat vermek yarattığı güç dengesi ile, çocuğun görüşlerini yok sayıyor.

Çocuğun bilgisini ve görüşünü değersiz kılıyor. Bilen benim, bilmeyen sensin mesajı veriyor.

Bu şekilde de çocuğun sadece fikirlerini değil, kimliğini reddedmiş oluyoruz. Değersizleştiriyoruz.

NASİHAT VE ÖĞRENME

Nasihat çocuğun öğrenmesini ve gelişimini de engelliyor.

Ona hazır doğrular (!) sunulduğu için çocuk araştırmayı, öğrenmeyi, merak etmeyi, denemeyi  ve öğrenmeyi bırakıyor.

Annenin ve babanın sunduğu nasihatlar ile belirlenen doğrular  (!) dünyasında, gelişim göstermeden hayatına devam ediyor. Kendi kararlarını veremiyor.

Çocuğu anneye ve babaya bağımlı hale getiriyor ve çocuk kendisi için düşünmeyi bırakıyor.


NASİHAT VE SORUMLULUK

Anne ve babasına bağımlı olan çocuk, sorumluluk almaktan da vazgeçiyor.

Zorluk ile karşılaştığında düşünüp çözüm üretmek yerine, sorumluluğu ailesine bırakıyor. Bu şekilde bilinç de kazanamıyor.

Nasıl askerler kararlar için komutanlarına bağlıysa, çocuklar da annelerine ve babalarına bağlı oluyor.

Onun için nasihat en kötü öğretme ve eğitim yöntemi. Peki hiç mi nasihat vermeyelim?

NE ZAMAN NASİHAT VERİLMELİ?

Hani nasihat güç ilişkisi yaratıyor, çocuğun sorumluluk almasını ve öğrenmesini engelliyor dedim ya, aslında bunu nasihat yaratmıyor.

Zaten doğal olarak aile ve çocuk arasında gelişen bu güç dengesini nasihat perçinleştiriyor.

Aile ve çocuk arasında güç dengesi oluşmalı, sağlıklı olan bu. Zaten çocuk da bunu talep ediyor.

Ama ailenin görevi,  zaten doğal olarak gelişen bu güç dengesinden çocuğu kurtarmak ve bağımsız birey olarak yetiştirmek.

İşte nasihat vermek bunu engelliyor. Güç ilişkisini devam ettiriyor. Çocuğu edilgenleştiriyor.

O zaman ne yapalım?

ÇOCUK HAZIR OLUNCA

Çocukların her zaman anne, baba ve öğretmenlerin rehberliğine, deneyimlerine ve nasihatlarına ihtiyacı var. Bu yadsınamaz.

Rehberlik ve nasihat çocuk talep ettikçe sunulmalı. Ailenin görevi de burada çocuk için deneyim yaratmak (tabii bu musibet olmak zorunda değil) ve çocuğun nasihat ve görüş talep etmesini sağlamak.

İşte o zaman nasihat sorun olmaktan çıkıp, çocuğun gelişimine katkı sağlıyor.

Yeni öğretim yılı nasihatlar ile başlayınca, ben de kitleye uyup bir nasihat vereyim dedim.

(Tabii ki talep edenler için : ))

Not: Tartışmalar ve yorumlar için www.facebook.com/bolatozgur adresindeyim.



Soru: Haftada 5 gün çalışılan işyerinde, günlük çalışma saati kaç saattir?

 

Cevap: Haftalık çalışma saati 45 saattir. Günlük 11 saati aşmamak üzere bu süre(45 saat) çalışılan gün sayısına bölünerek, günlük çalışma saati bulunur. Haftada 5 gün çalışılan işyerinde, günlük çalışma saati 9 saattir(ara dinlenme hariç). 
Ekrem SARISU - POSTA


Bir hesap yapalım o zaman ;

Bir günde 9 saat c.tesi ve pazar ı yok sayalım o zaman 22 gün eder ayda. Bu durumda 22*9=198 saat/ay.

Elinize geçen net maaşı 198 e bölerseniz saatinizi kaç TL'ye kiralamışlar bulursunuz.Saatlik ücretinizin ne olduğu ortaya çıkar.

hayırlı olsun.

19 Eyl 2011

Ecelbeşiği-Birini anlamak sanıldığından zordur. Birini, yani bir düşünsel yapı'yı, bir bütünü, bir kompleksi...



ÇAY VE ZEKA


- Beslenmeyle doğrudan ilişkili öyle mi?

- Aynı şey mesela demir için de geçerli. Zamanında Türkiye’nin yarısı aptaldır lafı çok tepki yarattı. Bunu bu şekilde ifade etmek hoş olmadı, ama Türkiye’nin yarısında demir eksikliği, kansızlığı var. Demir eksikliği zihinsel eksiklik yaratır. Sonuçta demir üstünden düşünürsek Aziz Nesin haklıydı.

Türkiye’de çay tüketiminin de buna katkısı var. Demirin emilimini olumsuz yönde etkiliyor. Ama diğer taraftan çay iyi bir anti oksidan.

- Yemekten hemen sonra çay içme adetimiz var. Doğru mu?

- Şekerle içmediğiniz takdirde hiçbir zararı yok. Yemekten hemen sonra çay içilebilir.

- Demirin emilimini engellediği için iki saat sonra içmek gerektiği söyleniyor.

“ÇAYI ŞEKERSİZ İÇİN!”

- Üç saat.  Ben tekrar omega-3’e dönmek istiyorum. Çünkü hayati bir olay. Omega-3’ün eksikliği insanları şeker hastalığına itiyor. Damarların sertleşmesine yol açıyor. Pıhtılaşabilirlik oranın artmasına, dolayısıyla kalp damarının veya beyin damarının pıhtıyla tıkanıp “inme” veya “enfarktüs” olmasına yol açıyor. Bir yandan omega-3 kaynaklarımız çok azaldı Toplum olarak zaten balığı çok az tüketiyoruz. Omega-6’yı çok tükettiğimiz için omega-3’ün yolunu kesiyoruz. Artık kesin olarak biliyoruz ki, ayçiçeği ve soya yağı kansere sebep olabiliyor. Akciğer kanseri, meme kanseri, kalın bağırsak kanseri, şeker hastalığının oluşumunu kolaylaştırıyor.

- Ayçiçeği de bir bitki. Neden zararlı? Kimyasal yapısından dolayı mı, üretim hatasından mı?


http://www.kenandemirkol.net/yayinlar.html

14 Eyl 2011

KORKU BAŞARI ENERJiSi VERiR Mi?

Yaşam boyu hep bir şeyleri başarmaya çalışıyoruz. Bir konuda oluşmuş standartları yakalamak başarı sayılıyor çünkü günümüzde her şey ‘ölçülebilir’ olmak durumun-da. Peki, başarı çabanızın kaynağında ne var?

Japon balıkçılarla ilgili bir hikaye vardır. Derin dondurucuların olmadığı dönemde, okyanusta avladıkları balıkları ülkelerine getirinceye kadar çoğu telef oluyormuş. Bunun üzerine gemilerin içine havuz yapıp, yakaladıkları balıkları havuzda canlı halde taşımaya başlamışlar. Ancak, havuzdaki balıkların bir kısmı dönünceye kadar ölüyormuş.

Bir gün bir balıkçı, yakaladığı yavru bir köpek balığını diğer balıklarla beraber havuza atmış. Ülkesine döndüğünde çok şaşırmış, çünkü havuzdaki balıkların tümü yaşıyormuş! Köpek balığıyla aynı havuzda olmak diğer balıkları korkutmuş, korkunun etkisiyle ‘teyakkuz halinde’ yaşayan diğer balıklar, hayatta kalma içgüdülerinin verdiği enerjiyle diri kalmışlar.

Bizim hayatımız da biraz bu balıkların durumuna benziyor. Korkular kuşatmış dört bir yanımızı, korktuğumuz her şeyden paranoyakça enerji üretebiliyoruz artık!
Çabanın kaynağı kazanma tutkusu mu, kaybetme korkusu mu?

Bu ülkedeki en büyük başarı katalizörü nedir diye sorsanız, ‘gelecek korkusu’ derim. Başarı tutkusundan çok, gelecek korkusundan başarılıyor pek çok şey. Cenneti arayış değil, cehennemden kaçış pek çoğumuzun başarı serüveni.
Sizin başarı çabanızın temelinde ne var; kazanma tutkusu mu kaybetme korkusu mu?

Asırlardır, istikrarlı bir şekilde istikrarsız olan ‘yalnız ve güzel’ ülkemiz, her vatandaşının bilinçaltında ‘ne oldum deme ne olacağım de’ şeklinde bir dipnot düştüğünden, çoğumuzun içinde kaybetme korkusu kazanma tutkusuna daha baskındır.

Kazananlarımız ‘gördüğünden eksik yaşamamak’ adına, kaybedenlerimiz ‘yaşadıklarını çocuklarına yaşatmamak’ adına kariyer kalesinden sarkıtılan iplere sarılıyor. ‘Geleceğini bir türlü garanti altına alamamak’ bu ülkede yaşamamın hem lütfu hem laneti. Bir yandan, bu belirsizliğin verdiği enerjiyle, Japon balıkları gibi canlı ve diri kalıyoruz. Diğer yandan ‘her an her şey olabilir’ korkusundan bir türlü huzur ve sükunet bulamıyoruz. Bazılarımız bu duruma kızıp yurt dışına yerleşmeye gidiyor ama sonra orada ‘huzur sıkıntısı’ yaşayıp geri dönüyor.

Mümin Sekman'ın Facebooktaki resmi sayfasından alıntıdır.