4 Haz 2011

İnsan ve Değerleri

İnsan değerler bilinci olan bir yaratık. Bu konuyu çok önemsiyorum. İki birey arasında, iki aile arasında, iki okul ya da iki şirket arasında farklar varsa, genellikle o birey ya da kurumların değerlerindeki farklılıktan kaynaklandığını düşünürüm. Bu kanı bende gittikçe kuvvetleniyor. Toplumların sağlıklı ya da sağlıksız oluşunu, onların günlük hayatlarında yaşayan değerlerinde arayan biri olmaya başladım.

Bu ilgimin doğal sonucu olarak değeler konusunda yazılanları okumaya başladım. Elime İonna Kuçuradi’nin yazdığı İnsan ve Değerleri kitabı geçti. Kitap Türkiye Felsefe Kurumu tarafından yayınlanmış (ISBN 978-975-7748-19-9); ilk sayfada “Ankara, 2010” yazıyor. Bu sayfanın arkasında yer alan bilgilerden anladığım kadarıyla kitabın ilk baskısı 1971’de yapılmış, 1998 ve 2003’te ikinci ve üçüncü baskıları yapılmış; demek ki elimdeki kitabın dördüncü baskısı, diye düşünüyorum.

İonna Kuçuradi, şahsen tanıdığım, son derece çalışkan, bilgili, temiz ve titiz düşünen bir felsefe profesörüdür. Hacettepe Üniversitesi’nde Felsefe Bölümü’nü kurmuş ve emekli oluncaya kadar bölüm başkanlığını yapmıştır.

Yukarıda sözünü ettiğim kitabı büyük bir ilgiyle okumaya başladım. Kitap şöyle bir girişle başlıyor:

Böyle bir problemi araştırmaya yönelmemin nedeni, her gün adım başında rastladığımız bir olgudur. Hayretle karşılarım hep bu olguyu. Ama bunun doğurduğu sonuçları göre göre, bende bu hayretin yerini bir başkaldırma isteği aldı. Ancak kalemle ne kadar başkaldırılabilir ki!

Sözünü ettiğim olgu, aynı insanların, aynı olayların, aynı durumların, aynı eylemlerin, aynı kararların, aynı eserlerin, hatta aynı fenomenlerin farklı kişiler tarafından farklı şekillerde değerlendirilmesi, farklı şekillerde yorumlanması, farklı şekillerde açıklanmasıdır.

Yanlış mı okuyorum diye tekrar okudum. Hayretler içinde kaldım. Bugün psikolojiye giriş dersini alan bir öğrenci yaşamın şu gerçeğini bilerek bu dersi bitirir: olayların anlamı yoktur; birey kendi anlam verme sistemi içinde olaylara anlam verir. Olaylara kendi anlam verişinden sorumluluk alan kişi yetişkin olgun bir insandır; bu olgun insan her bir kişini olaylara doğal olarak farklı anlamlar verebileceğini önceden bilir ve kabul eder. O nedenle olgun insanlar kişilerle ilişki kurarken iki şeye çok dikkat ederler: 1- karşıdakinin anlam verme sistemini kavramak; 2- kendi anlam verme sistemini açık seçik karşı tarafa belirtmek. Bu tür yargılamadan konuşmaya ben “sohbet” adını veriyorum.


İnsanların verdikleri anlamdan sorumluluk almaya başlamaları onların bireysel gelişim aşamalarından en önemli basamağı oluşturur. Böylece birey hem kendini hem de insanı anlamaya başlar. İnsanlar ilgili en temel gerçek şudur: İnsan anlam veren bir yaratıktır ve doğumundan altı saat sonra kendi anlam verme sistemini oluşturmaya başlar.

Bu olguyu hayretle karşılamak, insanın en temel doğasını hayretle karşılamak oluyor. Ve Kuçuradi bir adım daha atıyor, insanın bu doğasına başkaldırıyor. Bugün bilişsel psikoloji diye bir alan var ve son otuz yıldır psikolojinin en yoğun araştırma alanlarından birini oluşturuyor. Bu alanın gelişimi yapay zeka alanının, yani robot üreten endüstrinin temeli olmuştur. Bu alan sayesinde yazılı metin sese dönüşmekte ve konuşma yazılı metin haline dönüşebilmektedir – yani okuyan ve yazan bilgisayar programları. Yine bu alanın gelişmesiyle yeni terapi alanları geliştirilmiştir.

Sayın Kuçuradi devam ediyor:

Yapılan bununla da kalmıyor; aynı insanların, aynı olayların bu farklı değerlendirilmesi sözlerde kalmıyor; her farklı değerlendirme tek doğru değerlendirme olduğunu ileri sürerek ortaya çıkıyor; bu da kişilerin birbirleriyle çatışmasına, yan yana yaşamın çoğu zaman imkânsız hale gelmesine, kişilerin harcanmasına neden oluyor. Hem her şey sonunda gelip tek tek kişilere dayandığından, bu sorun, insanlığın “kader”iyle ilgili bir sorun oluyor. Böylece ideali demokrasi olan çağımız insanları için doğru değerlendirme problemi özel bir önem taşıyor.

Yeniden psikoloji giriş dersini alan öğrencilere dönelim; öğrencinin öğrenmesi gereken şey şudur: farklı anlam veren insanlar, doğal olarak, farklı davranacaklardır. Farklı anlam veren insanların aynı şekilde davranması ancak özgürlüğün ortadan kalktığı zorlayıcı korku ortamlarında ortaya çıkar. Korku ortamında kişi anlam verdiği şekilde değil, korktuğu için kendinden beklendiği şekilde davranır. Benim Mış Gibi Yaşamlar kitabımda incelediğim durum budur.

İonna Kuçuradi’nin sözünü ettiği “doğru değerlendirme problemi”nden iki şey anlaşılabilir:

1- Öyle bir anlam verme sistemi geliştirelim ve insanlara öğretelim ki, bu anlam verme sistemi hakikatin ta kendisini yansıtsın ve böylece insanlar doğal olarak aynı şeyi görsünler ve konuşsunlar; aralarında fark kalmasın. Böylece ailede, şirketlerde, toplumda ve uluslar arası ilişkilerde farklı algılamalardan gelen çatışmalar biter, ahenk ve barış oluşur. Tüm dinler ve ideolojiler bu savı, yani tek hakikati gösteren anlam verme sisteminin kendilerininki olduğu savını kullanarak insanları aynı görüşte toplamaya çalışıyorlar. Ve kendi dinlerinden veya ideolojilerinden olmayanları yanlış yolda görerek ötekileştiriyor ve aynı Kuçuradi gibi rahtsız oluyorlar. Korkarım Yukarıda verdiğim ilk iki paragrafından dolayı Kuçuradi’nin böyle anlaşılabilme tehlikesi var. Bu anlayışı müthiş sakıncalı ve yanlış görüyorum.

2- “Doğru değerlendirme problemi”ni insanların biz bilinci içinde açıklık, seçiklik ve özgürlük içinde sohbet etmesi olarak da görebiliriz. Bu yaklaşımda insanların farklı farklı görüşlerde olacağı zaten bir gerçek olarak kabul edilir, bilinir; yaşamın zenginliği olarak görünen bu gerçek kabul edilerek, hayret etmeden, kızmadan tam bir özgürlük ve güven ortamı içinde süregiden bir sohbet oluşturulur. “Doğruyu bilen” yerine, etkileşim ve sohbet içinde “sürekli keşfeden ve öğrenen” bir toplum oluşturulur.

Kitabı okumaya devam ediyorum. Değerler konusuyla ilgili düşüncelerim geliştikçe bu sayfalara taşımayı düşünüyorum.

Aydınlık bir gelecek için, sohbete devam.

Doğan Cüceloğlu (30.05.2011)




1 Haz 2011

Modern safsata: Secret ya da çekim yasası

Son on yıldır Batı kaynaklı bir kişisel gelişim dalgasında savruluyoruz. İçimizde patlamak isteyen hayata tutunma ve başarılı olma arzusuna hitap eden kişisel gelişim akımına direnmek de savruluşumuzu önleyemiyor.

Kişisel olarak Batı kişisel gelişimciliğin çökertici boyutlarına tavır almış, inanç sistemimizi ve temel değerlerimizi tamir etme çabasına adanmış bir yazar olmaya gayret ediyorum. Fakat, bugün kişisel gelişimciliğin geldiği nokta, toplumumuz üzerindeki tehlikenin bireysel çabalarla aşılamayacağı boyutlara ulaşmıştır. Dini değerlerimizi, kader anlayışımızı ve Allah-evren ilişkisini sağlıklı kazandıramadığımız büyük bir kitle, bu savruluş üzerinden ciddi bir psikolojik bunalıma sürükleniyor.

Toplumumuza taşınan kişisel gelişim felsefesinin doğduğu ABD toplumu dünyanın en mutsuz toplumlarından biridir. Bireyler yapayalnızdır, ahlaki sınırların çok ötesine taşılmıştır. İnternet trafiğinin yüzde sekseni cinsellikle ilgilidir, evlilik çökmüş, altta kalan ölüme terk edilmiş, zaten azalan evliliklerin de yarısı boşanmayla sonuçlanmaktadır. Halkın yarıdan fazlası  antidepresan kullanmaktadır. Bizi huzura böyle bir toplum mu taşıyacak?

Batının materyalist ahlakçılığı, Hıristiyanlığın karşılamadığı noktalarda Uzakdoğu dinleriyle tamamlanan evren görüşü toplumumuzu da aynı bunalıma sürüklemek üzeredir. Batı kişisel gelişimciliğinin maddeci, bireyci, zevkçi, rekabetçi, kibirci, dünyacı motivasyon unsurları artık o toplumları da kesmiyor. Şimdilerde, ne bilimin, ne dinlerin ve ne de ateizmin sınırlarına sığmayacak, insana tanrısallık sunan yepyeni hayal mahsulleriyle karşılaşıyoruz ve maalesef satılana talip oluyoruz.  

Oysa öz değerlerimiz son derece güçlüdür ve Batı’ya gerçek huzuru öz değerlerimizle asıl biz taşıyabiliriz. Ama görün ki, toplumun bir kesiminin inanç temellerimizi yeterince kazanamamış olmasının bedeli, böyle şaşaalı söylemlere kapılmamız oluyor.

Kişisel gelişimle ilgili şu hususları dikkate almalıyız: Bedava ve bedelsiz başarı yoktur. Her zafer azimli ve çoğu zaman yorucu çabalar gerektirir. Ahlaksız gelişim gerçek gelişim değildir. İnsani değerleri kaybettiren başarı, başarı değildir. İnsan tanrı değildir ve yaratamaz. Düşüncenin, hayalin filan yaratma kudreti yoktur. Bir kader planı içerisinde yaşıyoruz ve çalışan herkes bir başarıya ulaşabilirse de herkes dilediği her şeye bu dünyada ulaşamayacaktır. İnsanın huzuru servette, makamda değil, üstün kişilikte, temiz bir kalpte, çalışkanlıkta, Yaradanla dostlukla ahırete hazırlanmakta ve yardımlaşmakta saklıdır.

Okuyuculardan gelen ısrarlı sorular üzerine, haddi fazla aşan son ayların en çok satan kişisel gelişim kitabını incelemek durumunda kaldım. Türkiye’de hala çok satan malum yabancı kaynaklı kişisel gelişim kitabının önermelerinin bizi nasıl bir inançsızlığa ve bunalıma sürüklediğini somut örneklerle göstermek ve bazı iddiaları cevaplamak istiyorum:

Önerme: “İstediğiniz her şeyi elde edebilir, her şey olabilirsiniz.” “Seçtiğiniz şey ne olursa olsun ona sahip olabilirsiniz, hedefin büyüklüğü hiç önemli değil.” S.1

Cevap: Buna inanmak için akılsız olmak gerekir. Herkes holding zengini olamaz. Yüz binlerce insan bir makamı hala etse de, herkes ulaşamaz. Zenginliğin de, makamların da bir sınırı vardır. Kimisi alacak, kimisi satacak, kimisi öğretecek kimisi öğrenecek, kimisi seçecek, kimisi seçilecek. İnsanlar bin bir türden rolün bulunduğu bir sistem dahilinde çabalarına göre ve Ruhsal Zeka’da aktardığım bir kader planı çerçevesinde rol alır ve rollerini icra ederler. Herkesin her istediğinin dünyada olması imkânsızdır. Böyle bir sınırsızlık ancak maddi sabitliğin kaldırıldığı, maddi hayatın ruhaniyat ölçüsünde esnetileceğine, göreceli yaratılacağına inandığımız cennette olabilir.

Önerme: “Hayatınıza giren her şeyi kendinize çeken siz kendinizsiniz. Bunu zihninizde tuttuğunuz imgelerin erdemiyle, düşüncelerinizle yapıyor, zihninizden geçirdiklerinizi kendinize çekiyorsunuz.” S.4

Cevap: Hem bu kadar basit değil hem de böylesine genel ve evrensel olamaz. Bu sözlerde korkunç bir genelleme ve mantıksal kavrama kusuru var. Bir çocuk öldürülse, imgelerini mi suçlayacaksınız? Evinize hırsız girse, kör bir kurşuna takılsanız, sokağınızda bomba patlasa bunları imgelerinizle, hayallerinizle mi davet etmiş oluyorsunuz? Yaşadıklarımızın binde biri bile bu iddiayı doğrulayamaz. Peki hadi astronotluğun, milletvekilliğinin vs. hayalini kurun, dünyayı gezinmeyi imgeleyin, bakın bakalım bu iş öyle hayal kadar kolay mı?

Elbette hayalleriniz duygularınızı, aklınızı, vicdanınızı, rüyalarınızı, sezgisel ilişkilerinizi içeriği yönünde yönlendiriyor. Ama, tüm hayatınızı buna bağlamak veya bu tür hayallerin mutlaka umulduğu biçimde çevrenizi köle gibi emrinize koşturacağını iddia etmek mantıklı ve gerçekçi olamaz ve hayatın gerçekleriyle örtüşemez.

Önerme: “…tüm yaşantınız çekim yasası tarafından şekillendirilirken bu her şeye muktedir yasa düşünceleriniz aracığıyla işliyor. … yaratım sisteminin bir bütün olarak dayandırılabileceği en büyük ve en mutlak yasa… s.4 Düşüncelerinizle sadece kendi hayatınızı yaratmakla kalmayacak, onlar aracılığıyla dünyanın yaratımına da güçlü biçimde katkıda bulunacaksınız. S. 21”

Cevap: Cebimdeki parayı düşünmem ektiğim patateslerin büyüklüğünü etkilemez. Borsa hayallerimi dinlemez. İnsan düşüncesiyle bu evrende olup bitenler arasında trilyonda bir ilişki var mı? Tüm düşünceleri toplasanız bireysel ihtiyaçlar çevresinde dönen hayaller görürsünüz. Oysa evrende inanılmaz sistemlerle bebekler, meyveler, bitkiler yaratılıyor, mevsimler mevsimleri kovalıyor. Yaratım sistemini zavallı insanın beynine bağlıyorsunuz. Oysa evrende olup bitenlerin katrilyonda biri bire insanların aklından geçememiştir.

Bir sperm ve bir yumurtadan yaratılan o zavallı, evreni yaratacak kadar muktedir demek. Bizi spermden insan vücuduna kavuşturan kimin düşünceleriydi diye sormak gerekir yazara? Ciğerlerinizdeki kılcalların dizilimini anneniz mi, babanız mı hayal etti? Şimdi bu beden sisteminizin yürütülmesi işini anne babanızdan kaç yaşında devraldınız? “Sen düşün ve doğa yaratılsın” öyle mi? Yüz binlerce yıldır insan değişti de doğanın işleyişi neden aynen sürüyor? İnsandan önce bu düşünce işini kim yapıyordu? Uzayda kim yapıyor? Dinden imandan ok gibi çıkmak, akılsız bir ateist olmak tam olarak budur. Ateistin de aklı var ve o da güler bu safsataya.

Önerme: “Kazanılan paranın yüzde doksan altısının dünya nüfusunun yalnızca yüzde biri tarafından kazanılmasının sebebi nedir sizce? Onlar sırrı biliyorlar? S.7 Parayı kendinize çekmek için zenginlik konusuna odaklanın. İstediğiniz kadar paraya şimdiden sahip olduğunuza kendinizi inandırmak zorundasınız. S.98 Parasızlığın tek sebebi paranın düşüncelerle engellenmesidir. S.99 Kendinizi bolluk içerisinde yaşarken düşünün, bereketi kendinize çekeceğinizi göreceksiniz. İşte bu kadar kolay. S.12”

Cevap: Bu mantık olsa olsa kendini darı sanarak tavuktan çekinen deliye benimsetilebilir. O süper zengin yüzde dörtlük kısım zenginliği öyle hayalle mayalle elde etmediler. Onların bir kısmı gece gündüz çalıştı, akıllı ve mantıklı hareket etti. Onların çoğunluğu da tutucu azınlık bir ırktandır, genellikle savaşlarla, masumları gasp ederek, faizle, tefecilikle ulaştılar o servetlere. Demek o gurubun sırrını bize pazarlıyorsunuz. Dünyada kaynaklar sınırlıdır, yeni zenginlik oluşturmanın tek yolu üretmek, dengeli paylaşım sağlamanın tek yolu da hukuk sistemlerinin adil düzenlenmesi ve insanlara fırsat eşitliği verilmesidir. Büyük para kaynaklarının başına oturan uluslar arası yapılar fakirlerin hayata güçlü tutunmasına izin vermiyor, en büyük sebep bu.

Ekonominin açık ve net ilkeleri vardır. Hokus pokus yoluyla yoktan para yaratamaz insan. Keramet gibi şeylerse insanın mantıklı iradesine bağlı değildir ve sıradan insanların işi de değildir. Hayalle zenginlik üretilemez. Paranın tek yolu iktisat ve üretimdir başka bir şey değil. İnsanları böyle bir kolaycılığa terk etmek, tavuklar gibi yem beklemeye sonra da kurban edilmeye hazırlamaktır. Hiçbir zengin toplum servetini böyle bir kolaycılıkla elde etmemiştir ve edemez.

Önerme: “Siz evrendeki en güçlü mıknatıssınız. İçinizde barındırdığınız manyetik güç yeryüzündeki her şeyden daha güçlü. Bu akıl sır ermez çekim gücünü yayan ise yine sizin düşünceleriniz. S.7 İnsan kendi evrenini kendisi yaratır. S.36”

Cevap: Herhangi bir insan nasıl evrendeki en güçlü mıknatıs olabilir? Ben en güçlüsüysem diğer 7 milyar insan ne? Evren dediğin yüz milyarlarca galaksi ve trilyonlarca yıldız. İnsan dediğin evrenin adeta son saniyesinde trene atlayan tırtıldan küçük bir zerreden yaratılmış aciz ve kırılgan bir canlı. Bu denli bilimden, akıldan, mantıktan, dinden ve insanlık namına her değerden uzak bir safsata nasıl gerçek diye sunulabilir? Böyle bir kibir saplantısı ilahi gazabı davet eder. Demek insan kendi evrenini yaratıyor. Neden bir tane evren var, neden herkes bir tane dünyada yaşıyor? “Herkes ettiğini bulur” deseniz anlayacağız da birinci ve ikinci dünya savaşlarında ölen 60 milyon kadının, çocuğun, hastanın suçu ne? Aziz şehitlerimizin suçu ne? Bize hiç mi haksızlık yapılmıyor, her acımızın suçlusu nasıl biz olabiliyoruz? O zaman ne gerek var hukuka ve adalete?

Biz Müslüman bir toplumuz. Bir Allahın varlığına inanırız ve O’ndan başka hiçbir şeye hakiki kudret atfedemeyiz. İnandığımız Allah gökte kendi başına yaşayan sakallı bir dede değil, tüm evreni varlığa taşıyan, yaratan, yöneten ve planlayan, zaman ve mekan ötesi bir sonsuz varlıktır. Bilir, tercih eder, yapar ve konuşur. Önermedeki sözler “Allah yoktur ya da evrenin kendisidir” anlamına gelir. Bu sözleri en azından “aaa olabilir aslında” hissiyle okuyan o anda imanını yitirmiş, cennetin en uzağına düşmüş olacaktır.

Önerme: “Çekim yasası doğaya ait bir yasadır…. Çekim yasası üzerinde düşündüğünüz şey ne ise onu verir… Çekim yasası itaatkardır… s.13 Çekim yasası bir yaratım yasasıdır. S.15 Bir şeyi düşündüğünüzde yaratım yasası işliyor demektir. S.17”

Cevap: Şimdiye kadar neler düşündüğünüzü hatırlayın lütfen. Binde biri gerçekleşti mi? Gerçekleşenler de kendiliğinden mi, yoksa girişimlerinizle mi ortaya çıktı? Hayatı başka birçok insanla ve olayla paylaşıyoruz. Yani ben düşüncelerimle yaratıyorsam demek ki başkasının kaderini de belirliyorum öyle mi? Herkes herkesin kaderini belirlemeye kalksa hayatta düzen olur mu? Vay o zaman güzellerin ve yakışıklıların haline, kimin elinden kurtulacaklar bakalım.

Önerme: “Cin sadece emirlerinizi yerine getirir. Cin üzerinde düşündüğünüz konuştuğunuz ve etkilediğiniz her şeyi istediğinizi varsayar. Siz evrenin hâkimisiniz. Cin ise size hizmet etmek için hazır beklemekte. Cin emirlerinizi asla sorgulamaz, siz düşünürsünüz ve … o yapar. s.46”

Cevap: Yazar cinle konuşmuş, o evrensel cinle tanışmış anlaşılan. Bu cin öyle akıllı ve kudretli ki her şeyi yaratıyor, ama öyle akılsız ki, niçin düşündüğünüze, isteyip istemediğinize bakmıyor, sadece ne düşündüğünüze bakıyor. Hem yaratan cin ve hem de sadece dünyanın değil evrenin bile hâkimi sizsiniz. İnsan denen zavallıya kölelik yapan cin nasıl oluyorsa insanların yarısını çirkin, çoğunu fakir, yarısını hasta, yarısını gariban yapıyor ve hepsini öldürüp çürütüyor. Nasıl oluyorsa koca evrenin hakimi bir spermden doğuyor, nasıl oluyorsa evrenin hakimi ölüyor, çürüyor, nasıl oluyorsa bir sürü evrenin hakimi var.

Önerme: “Defalarca istemeniz gerekmiyor. Sadece bir kez isteyin. s.48 Evren isteklerinizi yerine getirmek için kendisini yeniden düzenlemeye başlayacaktır. S.51”

Cevap: Sadece bir kez demek. Bu ne menem bir cin ki benim binlerce isteğimi henüz gerçekleştirmedi. Hele de nefsimden gelen her isteği gerçekleştirseydi belki de şimdi bir kanalizasyon çukurunda gebermiş olacaktım. Pişmanlığıma, isteğimden dönmeme fırsat kalmayacaktı.

Önerme: “… yaşlanma.. zihnimizden kaynaklanır,… ebedi sağlık ve gençlik üzerinde odaklanın.s.139”

Cevap: Ya… Demek hala genceciksiniz. Demek genetik plan yok. Bu ne iştir ki evrenin en büyük manyetik gücü olan ve o sırrı keşfettiğini iddia ettiğiniz servet sahiplerinin biri bile dünyada kalamıyor, hepsi yaşlanıyor ve göçüyor. Bu sözlerin sahibini de yakında göreceğiz yaşarsak.

Önerme: “Kanserle yoksullukla, savaşla, uyuşturucuyla savaşmak bu tür durumları arttırıyor.s.141 …neye karşı koyarsan o ısrarla olmaya devam eder. Ben bunu istemiyorum diyorsunuz, hoşlanmıyorum duygusu ortaya çıkıyor o da size doğru koşuyor. S.142”

Cevap: İşte bir insanı dondurmanın, bir milleti çökertmenin en sinsi yolu. Yazar biraz psikoloji öğrenmiş, vesveseyle mücadele etmenin yolunu hayatın kanununa dönüştürmüş. O zaman gelsin savaş, gelsin yoksulluk, gelsin kanser. Hepsini seviyoruz, hiç biriyle ilgilenmiyoruz, önemsemiyoruz ve kurtulmanın yollarını aramamız gerekmiyor.

Önerme: “Neyi seviyorsanız onu yapın. Seçtiğiniz şey ne olursa olsun doğru olacak. Güç tamamıyla sizindir.s.184”

Cevap: İşte kitabın meyvesi… “Tanrı yoksa her şey meşru” demiş ya bir düşünür. Canınız çalmak istiyor çalın, uyuşturucu istiyor uyuşun, öldürmek istiyor hızlı davranın. Sevdiğiniz her şey doğrudur, ahlak yoktur, siz asla yanlış bir şeyi sevmezsiniz.

Yüzüklerin Efendisi, Harry Potter gibi büyücülük yapımları bir hayal ve kurgu olarak algılandığı için yetişkinlere fazla zarar vermeyebilir. Ama bu eserdeki iddia hayatın gerçeklerine dairdir ve tehlikesi de gerçek bir inanca dönüşme ihtimalinin yüksek olmasındadır.

Bir okuyucu, kitapta Yaratıcıyla ilgili bir kaç sözü hariç tutarsak sorun olmadığını düşündüğünü yazdı. Oysa aksine kitabın tüm ana fikri ve felsefesi ve önerilen her şey bu kendiliğinden veya doğa tarafından otomatik yaratma iddiasına dayanır. Bu temel felsefeyi yok saysanız diğer kısımlar tümden boşa çıkar, anlamsız kalır. Kitabı okuyan bir müslüman, "Allaha da inanayım, bu teze de inanayım" diyorsa bu da Mekkeli müşriklerin Allahla birlikte başka ilahlar olduğu inancının bir kopyası olacaktır.

Kuran'da "Allah dilemezse siz diyemezsiniz" buyrulduğunu biliyoruz. Yani isteklerinize karşılık verecek olan bir robot veya köle değil. Allahın herşeyin yaratıcısı olduğunu söylediğini de biliyoruz. İnsanların binbir farklı biçimde ve yaşta ölüp gidebildiklerini de görüyoruz. İlahi takdir milyarlarca insanı hayallerinin tam ortasında dünyadan alıp götürüyor. İrademizin sınırlarının farkındayız. Dünya hırsı nasıl oluyor da aklımızı bu denli esir alabiliyor?

Dinimizi doğru öğrenememenin bedelini çok ağır ödüyoruz. Dini boşluk bizi sorumsuzca üretilen hayal mahsulü dinlerin ocağına itiyor. Dinler aşağılanıp dini eğitim yok edilince, insanlar büyücülük, astroloji, falcılık gibi modern dinlere yöneliyor. Dünyaya hükmedenlerin sıradan tüketicilere biçtiği rol bu. Ahirzamanın ne üzücü tablosu bu. Dünyamızı kaybediyorsak bari ahıretimizi kurtarsaydık.

Bu kitap sır mır değil, düpedüz bir düzmecedir, Bizim tasavvuf geleneğimizde, dinimizde anlatılan manevi boyutun kökten tersyüz edilmesi ve kötüye kullanılmasıdır. Başarının gerçek sırrını arayanlar, peygamberlerin (as) bize Yaratandan getirdiği bilgileri irdelemelidirler. Eğer evrenin sırrı varsa onu Allahın elçilerinden daha iyi bilen ve bildiren kimse olamaz.

Kişisel gelişim bize çalışkanlığı aşıladığı, başarının bedeline hazırladığı ölçüde anlamlı ve değerlidir. Ayrıca, manevi ve ahlaki gelişimi gizleyen kişisel gelişim, gelişim değildir. Hele de böyle insana tanrısallık hayali satan, uyuşukluğa, hayalciliğe, tembelliğe, ahlaksızlığa, para tapıcılığına sürükleyen şey gelişim yolculuğu değil, çukur yolculuğudur.


Dr. Muhammed Bozdağ  Yetenek.com