10 Haz 2010

Dünyanın tüm bilgelerinin 'en' bilgesine sormuşlar: "En iyi bildiğin şey nedir?" diye.

‘Had’ kelimesi, durmamız gereken sınırları anlatır.

     Dünyanın tüm bilgelerinin ‘en’ bilgesine sormuşlar: “En iyi bildiğin şey nedir?” diye. En bilge kişi, hiç düşünmeden cevabını vermiş: “Haddimi bilirim...” ‘Had’ kelimesi, durmamız gereken sınırları anlatır. Bu, herhangi bir konuda, kendi bilgimizi, konumumuzu ve sınırlarımızı bilip ona göre tavır koymamızı, görüş bildirmemizi sağlayan bir pusuladır. Kısacası, kendini tanımak ve sınırlarını bilmektir. Günümüzde ise maalesef sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğini bilmeyenlerden dolayı sürekli ‘sınır ihlalleri’ne tanık olmaktayız.

Hemen her konuda hepimiz uzmanız (!). Her şeyi doğuştan biliyoruz, öğrenmemize, emek harcamamıza hiç gerek yok (!). Günlük hayatta her alanda, bir an durup düşünmeden, gerçekten bilip bilmeden hemen söze dalıp görüş bildiriyor, fetvalar veriyoruz. Özellikle iyi bir şey yapıldığında veya bir başarı durumunda hemen ortaya atılıp eleştirilere başlıyoruz. Peki, “gel de sen yap bakalım” denilince de, donup kalıyoruz. Haddimizi bilme ‘özürlüyüz’ ama ‘had bildirme’ konusunda çok hevesliyiz.

Herkes, yönetici, asker, futbolcu, doktor, aşçı, sanatçı, öğretmen, avukat ve her konunun uzmanı. Asıl konuşması gerekenler ise ‘hadlerini bildiklerinden’ susuyor. Oysa asıl işinin ustalarının, uzmanlarının konuşmasına ve onların önerilerine ne kadar çok ihtiyacımız var. Çünkü yepyeni boyutları ancak bu sayede görüp öğrenebilir, gelişebiliriz.

Ünlü bir ressam, eserlerinin sergilendiği galeride, kim olduğunu belli etmeden dolaşıyor, ziyaretçilerin yorumlarını ilk elden almaya çalışıyormuş. Bu bilgiler onun için çok değerliymiş. Bu yüzden de sergide, her yaştan ve her sosyal sınıftan davetliler varmış. Bir ara en beğendiği tablolardan birinin önündeki, yaşlı adama takılmış gözleri. Adamın, önünde durup dudak bükerek bir şeyler mırıldandığını görmüş. Söz konusu resim, bir süvariyi canlandırıyormuş. Merakla yaklaşmış ve sormuş:

- Beyim, sanırım resimde beğenmediniz bir durum var! Sorunun ne olduğunu öğrenebilir miyim? Bu resmi ben yaptım da...

Adam kendinden emin, konuşmaya başlamış:

- Ben kırk küsur yıllık çizme ustasıyım. Resimde, hatalar var. Süvarinin çizmeleri gerçeğe uymuyor. Mesela şu gördüğünüz kıvrım, biraz daha aşağıda olmalıydı. Topuk kısmı da ölçeksiz çizilmiş.

Ressam, adamın sözünün bitirmesini bile beklemeden izin isteyip gitmiş ve biraz sonra, fırçaları ve boyalarıyla geri dönüp yaşlı adamın söylediği hataları düzeltmeye başlamış. Çünkü çizmeler gerçekten de hatalıymış. Sanatçı daha işini bitirmeden, çizme ustası konuşmaya başlamış:

- Bu süvarinin kalçaları da biraz uzun çizilmiş...

Ressam derhal sözünü kesmiş adamın:

-Yok, demiş, çizmedeki hatayı gösterdiniz, biz de mesleğe saygı adına anında düzelttik. Ama lütfen çizmeden yukarı çıkmayın!

Başka bir hikayeyle sözü noktalayalım.

Ulu bir çınar ağacının hemen yanında, küçük bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar

ilerledikçe, çınar ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve günesin etkisiyle hızla büyümeye başlamış ve neredeyse çınar ağacıyla aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş çınar ağacına:

- Kaç ayda bu hale geldin ağaç?

- “82 yılda” demiş çınar...

- “82 yılda mı?” diyerek katıla katıla gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.

- Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!

- “Doğru” demiş ulu çınar “doğru”.

Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgarları başladığında kabak önce üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Bu defa endişeyle sormuş çınara:

- Neler oluyor bana ağaç?

- “Ölüyorsun” demiş çınar...

“Niçin?” diye sormuş kabak.

- “Benim seksen iki yılda geldiğim yere, sen iki ayda gelmeye çalıştığın için sevgili kabak” demiş çınar...

Kabaklar, kabak tadı vermeden; çizmeleri aşmadan, bir an önce ‘haddimizi bilmeyi’ öğrenmeliyiz.

(Pembe CANDANER - 16.11.2008)



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder