Diğer insanlardan farklıydı o. Öyle yetiştirilmişti; Özel bir insan olarak… Eskiler ona güneşin oğlu dedi. Sonra adı tanrı kral oldu. Adı Firavun oldu, Nemrut oldu, başka isimleri oldu. Her şeyi özel oldu… Yaşamı ibretlik oldu. Cennetten bir bahçesi, özel kulesi, özel tahtı ve özel hizmetkarları vardı.
Sonraki çağlarda teknoloji ilerledikçe bunlardan bazılarının ismi değişti. İkiz kuleleri oldu, sömürdüğü toprakları oldu. Özel telefonu, özel oyuncakları, özel arabası, özel hocaları ve özel okulları olmaya başladı. Değişen tek şey isimlerdi, arzuları aynı kaldı. Büyük, küçük her yeni firavun adayının vazgeçemediği tek şey bedel alma arzusuydu.
Herkes ve her şey onlar için yaratılmıştı. Babil’in sahte cennetinde, çölün ortasında, çölün doğasına aykırı yaşayanlardandı onlar. Herkes kuraklık ve kıtlık içindeyken onlar kendilerine sahte ırmaklar inşa ediyorlardı. Başkalarının topraklarından karşılıksız alıp kendilerine harcayabiliyorlardı. Güneşin çocukları, tanrı kraldı onlar.
O yoklukta diğerleri onları doyurabilmek için çalışmalıydı.
Nasıl bir tanrıydı bunlar ki,
Herkese muhtaç ve hiç kimse onlara muhtaç değildi?
Nasıl bir tanrıydı onlar ki,
Her şeye ihtiyaçları olup, kimsenin yaşamak için onlara ihtiyacı yoktu?
Oysa Yaratıcı,kimseye ihtiyacı olmayan, herkesin O’na ihtiyaç duyduğudur.
Ve onlar gün geçtikçe somutlaşmaya devam ettiler. İmkanları arttıkça hayattan daha fazlasını istediler. Herkes onlara aşık olmalı, herkes onlara kıyak geçmeliydi. Gittikleri yerde hiçbir şey yapmasalar da saygı duyulmalı, beğenilmeli, hürmet görmeliydiler. Tabi ki o bölgedeki insanlar petrol için öldürülebilirdi. Tabi ki herkes beni dinlemeliydi.
Tabi ki ailem beni yurt dışına göndermeliydi. Eşim o pırlanta yüzüğü almalıydı. Tabi ki tecrübem olmadığı halde babam beni işe en tepeden başlatabilirdi.
Hocam nasıl olur da girmediğim dersten beni geçirmezdi?
Nasıl olur da iş arkadaşım bana verdiği borcu geri isterdi? Nasıl olur da arkadaşlarım doğum günümde sürpriz yapmazdı? Ne demekti beni aramamak?
Babil’in tüm halkı onlara hizmet etmek için çalışmalıydı. Aksi mümkün müydü hiç? Onlar tanrı krallardı! Ve Babil halkı somutlaştıkça soyut olanı algılayamadı. Çok güçlü gibi görünenin ne kadar aciz olduğunu fark edemedi. Ve insanlar kendisini tanrı zanneden bu zalimin zararından kaçmak ya da faydasından yararlanmak için ona tapmaya başladı. Aralarından sadece bazıları gerçeği görebilecek boyuttaydı. O zalimin adı Firavun oldu, Nemrut oldu, sonra başka isimleri oldu. Ve her geçen gün açlığı giderek arttı. Yedikçe acıktı, yedikçe içindeki boşluk büyüdü. Ve o boşluğu doyurmak için daha fazla yedi. Ve daha fazla boşluk hissetti ve o boşluğu doyurmak için daha fazla yedi. Ve o boşluk daha da büyüdü ve o boşluğu doyurmak için daha fazla yedi… Tanrı kralların imkanları arttıkça, uykuları azalmaya başladı. Dış güvenlikleri arttıkça, iç güvenlikleri azalmaya başladı.
Nasıl bir tanrıydı bunlar ki,
Rahatlıkları kaygılarını artırıyordu?
Babil’in duvarları tez yükseltildi, önlemler alındı. En ufak bir söylenti tanrı kralı kaygılandırmaya yetiyordu. Gördüğü rüyalar bile keyfini kaçırmaya yetiyordu. Herkesin onun tahtında gözü vardı.
Nasıl bir tanrıydı bu ki,
Sahip olduklarını korumaktan acizdi?
O Firavun o kadar rahatlık içinde olmasına rağmen gelecek kaygısı büyüktü.
Sonraki çağlarda başka insanlar da aynı problemden yakınacaklardı. Dünyanın en güçlü ülkesinin insanları olmamıza rağmen en ufak bir seste sığınaklara kaçacaktık.
Bir zamanlar bağımsızlığımızı kazanmak için cesurca savaşırken, sonraları bağımlılıklarımızı kaybetmekten kaygılanacaktık. Çok güvenlikli sitede oturmamıza rağmen kapımızda altı kilit, evimizde alarm sistemi olmadan uyuyamayacaktık. BMW’mizi sokağa park ettiğimiz için uykumuz kaçacaktı. Özel okullara gidecek, özel hocalardan ders alacak ama iş görüşmesine giderken kaygılanacaktık.
Evimizin kirası ödenecek, cebimize harçlık konulacak, telefon paramız ödenecek ama ailenin huzursuz çocuğu olacaktık. Eşimiz bize iş yeri açacak, hediyeler alacak bir dediğimizi iki etmeyecek ama biz hep huzursuz olacaktık. Ve uzmanlar bunun tedavisi için haplar tavsiye edecek, yatıştırıcılar önereceklerdi.
Ve biz neden bu kadar rahatlık içinde bu kadar huzursuz olduğumuzu anlayamayacaktık. Neden herkes bizi memnun etmeye çalıştıkça içimizdeki mutsuzluğun arttığını anlayamayacaktık.
Güçlü gibi gözüküp aciz, kendine güvenli gibi gözüküp kaygılı olacaktık. Bulunduğumuz yerde rahat edemeyecek, sürekli yer değiştirmek isteyecektik. En çok da bizi memnun etmeye çalışanlar bizi anlayamayacaktı. Onlar bize daha çok bedel ödedikçe biz de onlara bir o kadar kırıcı davranacaktık. Panik ataklar geçirecek ve kontrol edememekten kaygılanacaktık.
Ve hatırlayamayacaktık; Dış dünyamızda kaygı verici olaylar azaldıkça, iç dünyamızdaki kaygıların arttığını... Dış dünyamızdaki uğraşlar azaldıkça, iç dünyamızdaki sıkıntıların arttığını fark edemeyecektik.
Her problemimizde dışarıdan destek aldıkça kendi başımıza problem çözemez hale geldiğimizi unutacaktık. Dışarıdan her güvenliğimiz artırıldığında içimizdeki güvenin zayıfladığını göremeyecektik. Bize destek vereni, sevdiğimizden değil, kaybedersek ne yapacağımızı bilemediğimizden, ona bağımlı hale gelecektik.
O kadar bedel almamıza rağmen, o kadar doyurulmamıza rağmen, bedel aldığımıza nankörleşip, zalimleşecektik.
O yüzden denildi ki; hiç kimseye, onu kendine nankörleştirecek kadar bedel ödeme. Ve kimseden de seni nankörleştirecek kadar bedel alma. Her zaman bedel ödeyen tarafta ol ama kimseyi rahatlık tuzağına düşürme.
Her zaman birilerinin sorumluluğunu al ama onların probleminin tamamını sen çözme. Her zaman veren el ol ama karşındakinin istediği kadar değil, senin verebildiğin kadarını ver.
İsteyene her zaman ver ama geri alamadığında seni üzmeyecek kadar ver. Çocuğuna bedel öde ama onu firavunlaştırmayacak kadar öde.
Arkadaşına borç ver ama onu zalimleştirmeyecek kadar ver. Ve kimsenin seni firavunlaştırmasına izin verme.
Ve biz göremeyecektik; bedel alan tarafta oldukça sadece kurnazlık etmiş olduğumuzu...
Ve uzun vadede zararlı çıkanın biz olacağını fark edemeyecektik. Anlık çıkarımız uğruna sürekli faydayı kaybettiğimizi anlayamayacaktık.
O yüzden denildi ki, her insanın yaşamında mücadele edeceği bir şeyler olabilmeliydi... Sadece geçinmek için değil, iç huzurunu koruyabilmek için insan çalışabilmeliydi. Çünkü insan hayata değil, başkalarına değil, özüne güvendikçe özgüvenli olabilecekti. Hayattan değil, kendisinden beklentisi oldukça mutlu olabilecekti.
Her istediğimizin kendimizden kaynaklı gerçekleştiğini düşündüğümüz zaman, hikmeti kendimizde gördüğümüz an olurdu. İçimizdeki firavun yanımızın azdığı zaman olurdu. Tabi ki herkesi etkileyen güzellik benim olurdu.
Tabi ki herkesin beni dinlemesini sağlayan benim karizmamdı. Tabi ki bu başarılar benim üstün zekam sayesinde olmuştu. Ve benim hiç kimseye tabi ki ihtiyacım yoktu.
İşte o an, kimseye ihtiyacımız olmadığını ve kendimize yettiğimizi zannederdik. Ve işte o zaman herkese ihtiyaç duyacağımız bir dönem yakın olurdu. İşte o zaman gerçekte hikmetin kimde olduğunu göreceğimiz zaman bize yakın olurdu.
O yüzden denildi ki; olumlu bir süreçte hikmeti kendinden bilenlerden olma... Ben artık her şeyi öğrendim dediğimiz an, tekrar öğrenmeye ihtiyaç duyacağımız zaman yakın olurdu.
Ve insan her zaman ihtiyaç duyan taraftaydı. 1 birim bile olsa ihtiyacı vardı. Uyumaya, yemeğe, havaya muhtaçtı… Bir gaz dahi çıkartamadığında insanın o çok acayip karizması bir anda sarsılırdı.
O yüzden sen her zaman bir şeyleri kazanmadan önce hayattan beklentisini düşürenlerden ol… Kendi yapıp edebileceklerinden beklentini yükselt.
Ve bir şeyleri kazandıktan sonra da hikmeti kendinde görme. Görme ki zalimlerden olmayasın… Görme ki, bir üst seviyeye geçtiğinde hala çözüm üretebilen tarafta olasın.
Dönüşüm Konağı
Kamer Gündüz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder