— "Bizi ancak bir tanrı kurtarabilir."
Heidegger'in ünlü sözü:
— "Nur noch ein Gott kann uns retten."
Alman filozofun sözde-ateizmi'ni çürütmek için zikredilen en güçlü kanıtlarından biri de bu ifadesidir.
Oysa dikkatten kaçan küçük bir ayrıntı gizlidir bu ifadede: ein Gott.
Dikkat ediniz lütfen, Tanrı değil, tanrı. Sadece "bir tanrı".
Tanrılardan bir tanrı. Herhangibir tanrı.
Heidegger'inki en nihayet teo-lojik bir duyarlılık. Logik'in konusu yapılan bir tanrı'dan beklenen bir medet onunkisi.
Teo-loji'nin, hatta teo-sophia'nın tasvir ettiği Tanrı resminden beklenen kurtuluş...
Logik'in sınırları içinde gezinen bir Logos'tan.
Hâl bu ki musluğun altına tabak konulmaz, bilâkis bardak koymalı, şişe koymalı!
Hakikat bâdesini kaşıklamak yerine onu bir dikişte içmeli.
Ölçmek biçmek, ve ne yapıp edip âlemi ölçülür biçilir bir sûret hâlinde tasavvur etmek... her defasında duyguları akılla kavramak... metreyle, litreyle tartmak... elde mezro olmaksızın hakikatin yanına yaklaşamamak... gülün yapraklarını, koklamak yerine, mikroskobun altında incelemek...
Ah ne yakıcı bir hâldir, bilseniz!
Dinleyeceksin! Dinlemelisin!
O hâlde gözlerini kapamalısın!
Araştırmamalı, soruşturmamalı, teslim olmalısın!
Gözlerini kapatmadıkça hakikate kulak veremezsin çünkü.
Hissetmelisin.
"Güzel olan hiçbir şey hülâsa edilemez" demiş olsa da Valéry, ümidimizi kesmeyip İslâm'ı bir kelimede hülâsa etmeyi deneyelim. Kelime-i tevhîd'de.
Nedir o kelime?
"Lâ ilâhe illallâh!"
Arapça kelimeleri Türkçe bir dizgenin içine yerleştirerek anlamını vermeye çalışalım:
— "Allah'tan başka ilâh yoktur!"
Yani?
...
"Anlıyorum ama açıklayamıyorum" diyorsun, ama ey tâlib, yanılıyorsun.
Anlamıyorsun çünkü. Anlayamıyorsun.
Anlasaydın, özgürleşirdin. Kınayanın kınamasına aldırmazdın. Ne derler demezdin. Oysa sen bir ömür boyudur desinler diye yaşıyorsun. Sırf izzet u ikbal için. Güya arayiş-i zahir için.
Mülk kaftanını üzerinden çıkarmaya korkuyorsun da kaftansız bir hiç olacağım diye kederleniyorsun.
Sen hakikaten keder nedir bilir misin ey talib, ki bir de utanmadan, zavallı kalenderîlere inat, elinde kandille değil, pertavsızla dolaşıyorsun.
Sen bulmuyorsun, güya yakalıyorsun.
Ulaşmıyorsun, aklınsıra üzerine konuyorsun.
Sonra da "Nedir şu vahdet, vahdaniyet?" diye diye çıldırıyorsun.
Ehad'ın ve ehadiyet'in sırrına ermek yerine, vahdet ve vahdaniyetin mazharlarında kaybolup gidiyorsun.
"Mazhara takılıp kalma, sen asıl zuhura ver dikkatini" deseler de dinlemiyorsun.
Pertavsızın kadarsın, bilmiyorsun.
Çünkü hakikati kendi kabınca sınırlamayı 'ilim-irfan' sanıyorsun.
1932'de siyasî erkin demir yumruğu altında saray hafızları bir denemede bulunmuşlar:
— "Tanrı'dan başka yoktur tapacak!"
Keyfince yorumlamışlar. Mânâyı kafiyeye feda etmişler. Birliği tapınmanın konusu yapmışlar.
"Daha Türkçesi yok mu?" dersen, bir teklifim var ama bil ki lâfızların sustuğu noktadır burası. Arapça veya Türkçe veya Farsça... dilin geldiği son nokta.
Talib, bir jinekoloğun kaykılmış bakışları yerine bir acemi âşıkın bakışını yeğlemeli.
Aklın kılı kırk yarıcı hakimiyeti yerine, gönlün kendinden bî-haber acziyetini.
İyice duymak için yârin sesini, önce gözlerini kapamalı.
"Sanman ki âleme taleb-i devlet-i câh etmeye geldik / Biz bu âleme bir yâr için ah etmeye geldik" diyebilmeli tıpkı bir şâir gibi.
Vahdet şarâbından bir yudum alabilmek için sade âh ile yetinmeli.
Bir âh için âlemi fedâ etmeli.
— "Tanrı'dan başka tanrı yoktur!"
Bu da hakikatin benim penceremden görünen kısmı.
Tanrı sözcüğünü iki şekilde yazıyorum: Tanrı ve tanrı. Biri büyük harfle, diğeri küçük harfle.
Böylelikle birinde harf-i tarif (article) kullanmış ve 'Allah' lâfzında içkin "el-İlâh"ı tesbit etmiş olurken, diğerini küçük harfle yazmak sûretiyle ilâh'ın Türkçe'deki dengini göstermiş oluyorum.
Varlık (vücûd) ve varlık (mevcûd) ayrımında yaptığım gibi.
Çoğul ekinin kullanıldığı her yerde tanrı kelimesi küçük harfle yazılmalı. Çokluğu zan ve iddia edilen tanrı'lardan teberri edip bir tek Tanrı'ya işaret edilecekse, Türkçe'de olmayan harf-i tarifin hakkı verilip özel adlarda olduğu gibi sözcüğün ilk harfi büyük yazılmalı.
Tanrı'dan başka tanrı yoktur!
Bütün yolun ve yolculukların hülâsası bu.
Özün özü (lübb'ül-lübb).
İçindekinin içindeki (fîhi-ma-fih)
Görmek istiyorsan, gözlerini kapa ey talîb!
Kurtulmak için değil ama, yanmak için.
Dücane Cündüoğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder